Ne zaman hayatımızdaki tekdüzelikten sıkılıp, kalabalıktan, gürültüden kaçmak istesek, kendimizi o huzur veren doğanın kollarına atarız. Bazen maviliğine şiirler yazdığımız bir deniz kıyısı, bazen yeşilinin tonlarına hayranlıkla kendimizi bıraktığımız bir ormana ya da doğal parklara koşarız. Yürüyüşler yaparız doğanın içinde, bir nehri takip ederiz, bir şelaleye aşık oluruz, kuşların ve böceklerin senfonilerini dinleriz huzurla. Birçok fotoğraf çeker paylaşırız, yaşadığımız anın verdiği mutlulukla.
Gelgelelim, her ne kadar kedileri nankör olarak görse de kimileri, ki kesinlikle katılmıyorum, insanoğlunun nankörlüğü gün yüzüne çıkar burada. Adeta izini kaybettirmemek için, arkasında bir sürü işaret bırakır insan.
Doğanın ona sunduğu en büyük nimetlerden suyunu içer ve ödül olarak ona plastik şişesini bırakır denize. Marketten aldığı yiyeceklerin ambalajlarını, poşetlerini çöpe atamayacak kadar tembel ve cahildir, plajda bırakır. Nasıl olsa birisi alır çöpe atar ya da dalgalar götürür ne de olsa diye düşünür...
Tabi sadece bunlar da değil. Bilgisayar klavyesinden ayakkabıya, inşaat malzemesinden çocuk bezine, otomobil lastiğinden kıyafete kadar akla hayale sığmayacak malzemeler denize atılıyor.
Denizlerde eriyen mikroplastikleri balıklar yediğinde, Çin’de denize atılan bir plastiğin zehrinin okyanus akıntılarıyla Türkiye’de soframıza geldiğini söylüyor uzmanlar.
Plastik kirliliği nedeniyle 1 milyon deniz kuşu ölüyor, denizlerde yaşayan canlılar zarar görüyor. Plastik balıkların sindirim sistemine de geçtiği için, insanoğlu da doğal olarak plastik yemiş oluyor.
Yaz mevsiminde olmamızdan dolayı, özellikle bir de orman yangınlarına değinmek istiyorum. Yine insanoğlunun ihmal ve dikkatsizliği yüzünden hektarlarca orman kül olmakta. Bunun sonucunda da hem insanlar zarar görmekte, hem de ormanlarda yaşayan canlılar yok olmakta, iklim ve bitki örtüsü bozulmakta, hava, su ve toprak kirlenmekte, toprak ne yazık ki bir daha kullanılamaz hale gelmekte. Bazen bu alanların üzerine siteler kondurmak da çok karlı bir iş tahmin edersiniz.
Bir yangın sizi nasıl evsiz barksız, korunaksız bırakırsa, ormanın yanması da oradaki tüm canlıların yuvalarıyla beraber yok olması demektir ve bu, büyük bir katliamdır.
Bir öğretmen olarak, bir çocuğun aynasının anne babası olduğuna inanıyorum hep. Aslında işin temeli yine eğitim. Ama eğitim sadece okulda olmuyor maalesef. Sınıf ve okulu temiz tutma, çevreyi ve doğayı koruma konusunda çok sorumlu olan, tükettiği yiyeceklerin ambalajlarını yere ya da sıra altına değil de çöpe götürüp atan çocuklar olduğu gibi, ne kadar örneklerle anlatıp uyarsak da, özellikle zevk için yere çöp atan, tüküren, çiçeklere, ağaçlara, kediye, köpeğe, kuşa zarar veren çocuklar da var. Bu çocuklar sorumluluk bilinci olmayan, yaşadığı yere ve doğaya bilinçli olarak zarar veren çocuklar. En büyük korkum, bu çocukların ileride bu zarar boyutunu sadece doğaya değil, hayvanlara ve insanlara da verecek olmaları.
Bu konuda ailelerin bilinçlendirilmeleri ve iyi birer örnek olmaları, gelecek nesillere doğayı ve yaşayan her türlü canlıyı sevip saymaları gerektiğine “zorunlu olduklarını” hissettirecektir.
Yazımı John Bennett’in bir sözüyle bitirmek istiyorum ve günümüz ilişkilerine baktığımızda bu sözün doğruluk payının ne kadar büyük olduğunu anlayacağınıza inanıyorum.
“Doğaya hoyratça davranan toplumlarda, insanlar arasındaki ilişkiler de hoyratça oluyor.”