Evet, bize anlatılanlar birer efsaneydi. Yaşayacaklarımıza dair, bizden önce, bizim için koydukları yol işaretleri birer efsaneydi.
Biz büyüdük, biz büyülü bir yaşamın içerisinde yerimizin en keskin sınırlarla belirlendiği çizgileri ihlal etmeye hazırlandık.
Sevinç olduk.
Efsaneler birer birer gözümüzde küçüldü.
Ve biz, küçük dünyalarımızın mutluluk kuşları olduk.
Bir sabah kapımızı çalan, Babil’in asma bahçelerinde kopup gelmiş kadar hüzünlü yüzlerin esiri olduk.
Himalaya’lar kadar yükseklik arşınlamıştı, içimizde diğerlerine duyulan sevda.
Oysa biz hala düz çöllerde kendimiz ile avunuyorduk.
Her halini sevdiğimizi söylediğimiz “sevgi”ye içten içe hayıflanıyor ve kılıçlarımızı biliyorduk.
Bir sonsuzluk görüntüsü oluşturan bilinçaltımız tarafından yeterince acılanmıştık.
Ve umut ettik, çok küçük öğrendik harfleri, harflerin birleşimi olan kelimeleri ve hatta hepsinin toplamı olan cümleleri.
Ama kuramadık cümlelerimizi, kuramadılar ve kurdurmadılar.
Sustuk, köreldik ama hayal ettik, farklıydık, konuşmalıydık ve konuştukça ayrıldık, genellerden.
Suya hasret gibiydi, cümleleri olanlara, olup da paylaşanlara sevdamız.
Sevgi’ye dair cümleleri olanları bekledik bunca zaman.
Usanmadan.
Artık tamam dedik, dediler.
Yollara düştük, ruhlara bir düş'dük, bir rüyaydık ucu aydınlık arzulara.
Kimsenin acısı olmadık, kimse acılanmadı bizim yüzümüzden.
Her yeri güzel kıldık, her kuşu kanatlı.
Bir ağaç olduk meyveye durmuş, kırlangıçlar için.
Bir deniz olduk bulanık suda yüzmekten yorulmuş kaya balıklarına.
Bir hayıt çiçeği olduk koşmaktan yorulmuş arıya.
Bir toprak olduk delice rayihalar salmak için sabırsızlanan melisaya.
Bir beşik olduk kuru topraktan sırtı ezilmiş bebelere.
Bir lokma ekmek olduk, bir hırka olduk gönlü güzel yalınayak dervişlere.
Bir patika olduk göğe yakın olmak için çırpınan elleri duadan yorulmuş garibe.
Bir çadır olduk dudakları kızgın güneşten çatlamış göçebeye.
Dört başı mamur bir sofra olduk günlerce yol tepmiş aklı evvel deliye.
Gökyüzüne bir yıldız diktik, karanlıktan av olmuş bir köstebeğe.
Bir küçük tas su olduk dili damağı zehirden kurumuş engereğe.
Bir küçük dal olduk biriktirmekten beyni karışıp dereye düşen karıncaya.
Daha çok saz çalsın diye ağustos ayında orkestra ayarladık böceğe.
Güzel insanlardık bizler, nasıl denk geldik böyle zifiri bir geceye.
Atlarımız dörtnala koşardı yeşil çayırlarda huzura.
Kurtlarımız sebepsiz inmezdi ovaya, karışmazdı çakallardan kurulu sürüye.
En güzel sözleri biz söylerdik, en güzel eylemler bizde.
Şimdi bir garip zaman irabda mahallimiz yok.
Şimdi hakikat saklanıyor, lafazanlık çok.
Doğru yaşam sade bir gerçekten yatar.
Erdemli bir yaşam güzelliğe güzellik katar.