Karadeniz coğrafyası sarptır, özellikle de Doğu Karadeniz… Birbirinden dik tepeler arasından Karadeniz’e kıvrıla kıvrıla akar dereler; yeşilin bin bir tonunu yara yara dökülürler Karadeniz’e… Yer yer çağlayanlar oluşturur, bazen de kollara ayrılır ve sakinleşirler akarken… Yöre insanı da, türkülere konu dereleri gören, bu dik tepelere yerleşmişler yüzyıllardır. Hallerinden de gayet memnun…
Öyle ki, şartlara da ayak uydurmuşlar; mesela haberleşmek için ıslığı kullanır olmuşlar. Doğru ya, şundan sadece otuz sene önce cep telefonu mu vardı? Ya da başka anlık haberleşme aracı?
Giresun ilimizin Kuşköy adındaki ve yukarıdaki coğrafi tanıma neredeyse uygun olan bir köyü var; ve bu köyün ahalisi, kuşdili adını verdikleri ıslık ile konuşma konusunda, Karadeniz Bölgesindeki iyilerden… Yapılan araştırmalar, ıslık ile iletişimin bu bölgede üç yüz yılı aşkın bir süredir kullanıldığını ortaya koymuş. Hatta günümüzde on bin kadar yurttaşın bu dili kullandığı sanılıyor. Yetmemiş, bölge insanı, kültürel bir miras olan ıslık ile iletişim hadisesini Avrupa Projesi haline getirmiş ve dernekleşmiş bile… Çabalar meyvelerini de vermiş elbet; Unesco Acil Koruma Gerektiren Somut olmayan Kültürel Miras Listesi’ne dahil olmuş mesele…
Gelişen teknoloji ile kaybedilen değerlerimizden olmaması için, bölge halkı festivaller düzenleyerek ve çeşitli eğitimler hazırlayarak, ıslık ile iletişim hadisesini hem gündemde tutuyor, hem de yeni nesillerin de beyinlerine kazıyor.
Peki, futbola geçiyoruz;
Özellikle alt yaş gruplarının müsabakalarında sık rastlarız; tribündeki ya da tel örgünün arkasındaki anne-baba ya da akrabanın, sahadaki çocuğuna müdahalesine… Sahada çırpınan çocukları, hafta boyu çalıştıran ve saha içerisindeki yedek kulübesinin, genellikle ön kısmında ve ayakta, sahadaki çocuklarını izleyen teknik adamdan bile utanmazlar! Ve utanmak da yetmez; teknik adamın o güne kadar harcadığı emeği hiçe sayarak, o emeği görmezden gelerek ve sanki kendileri çok daha iyi biliyormuşçasına, saha içerisine emirler, teknikler, taktikler, yönlendirmeler yağdırır, dururlar.
Tüm bunlar yetmez; arada ağızları bozulur ve çirkefleşirler… Sahadaki henüz reşit dahi olmamış yavruyu da kendilerine benzetme hususunda ağır çaba gösterirler.
Bakınız, kural kitabı; on iki yaş kategorisine kadar, yedek kulübesinde görev yapan teknik adamın bile oyuncusuna taktik vermesini, bağırıp çağırmasını yasaklamıştır. Ki, sahadaki futbolun adı oyun olsun, oyun kalsın diye!
Elbet ki, on üç yaşın ardından hocaları da, sahadaki evlatlarına, hem teknik, hem de etik kurallar eşliğinde yönlendirme uyarıları yapacaklardır. Ve fakat, bu yetki sadece ve sadece saha içerisindeki teknik kişidedir. Aksine, tribündekilerde değil!
Islığa geçiyoruz;
Ey ıslık, sen nelere kâdirmişsin!
Şimdi anlatacağım veli Karadeniz insanı mıdır, bilemiyorum. Ancak, geçtiğimiz günlerde, kıymetli bir teknik adam ağabeyim, oynadığı bir maçın devre arasında, oyuncusunu çağırır ve sorar; “evladım, dikkat ettim de, topu ayağına her aldığında, arkadaşlarını veya beni değil de, sanki tribünü dinliyor gibiydin. Ve bazı ıslık sesleri dikkatimi çekmedi değil seni yönlendiren!”
Futbolcusu acı reçeteyi, canı, belki sıkılarak açıklar; “babamın direktifleriydi o ıslıklar hocam; kısa ıslık şut, uzun ise orta…”
Kulübün, maçın, sahanın, hocamın adı saklı elbet… Ama konuyu anlatırken dahi, üzülen ve hatta kahrolan bir teknik adam vardı karşımda…
Karadeniz insanının, ıslık ile haberleşmeyi icat ederken, tribün-saha arasını düşünmediğine eminim! Yorum sizin…
Dipnot; “Öyle horozlar vardır ki, öttükleri için güneşin doğduğunu sanırlar.” Ledric Dumont.