Dünyanın başkenti, ekonomini başkenti, turizm başkenti, tarihin başkenti, denizin başkenti, havanın başkenti, ticaretin başkenti, ulaşımın başkenti vs.
Hepsini İstanbul için saymak mümkün, saymamam ne mümkün?
Yerli veya yabancı turist olarak İstanbul’da orayı, burayı gezerken, İstanbul’da yaşayanların, gerçek İstanbulluların, İstanbul’a yerleşmiş İstanbulluların isyanını ve duyarsızlığını duymamak elde değil.
Adres sorduğunuzda, belki o gün adres soran 1001 kişi olduğunuz için alacağınız net cevap ‘Bilmiyorum’
İstanbullunun turist olarak şehirlerine gelenlere tek verdiği cevap: Fiyat.
İstanbul hayatının her saniyesi para kazanmak üzerine, her santimetresi para kazanan mekân üzerine.
E o kadar yerli yabanca turist gelince de, İstanbullulara düşen tek iş te çalışmak, çalışmak, çalışmak.
Hani o meşhur meydanları var ya, Taksim’dir, Sultan Ahmet’tir, Beyazıd’tır, işte oralarda sadece çalışan İstanbullular var.
Gezen İstanbullu, alış veriş yapan İstanbullu, yemek yiyen İstanbullu yok.
İstanbul’a girerken herkese yapılan ön şart gibi, bütün yerli ve yabancı turistler, kendi ülkelerinde, kendi şehirlerinde, kendi mahallelerinde gibi toplu ulaşım araçlarını kullanmaya çalışıyor ve yerlisi kadar da iyi beceriyor.
Ama dedim ya, İstanbullu için İstanbul’da çalışmak değil, yaşamak zor.
Metrobüs içindeyiz ve bir kadın çocuğuyla birlikte bir yerlere gitmeye çalışıyor. Kulak misafiri olmama gerek olmayacak ses tonuyla isyan ediyor,
‘Ne bu yabancılar ya, evimize gidemiyoruz. İtiş, bitiş her yer’
Neresinden baksanız haklı.
Para kazanmak, geçimini sağlamak güzelde, yaşayacak bir yerin, ulaşacak bir evin, nefes alacak bir anın yoksa ne anlamı var?
Hani eski filmlerde, eski insanları söylediği ‘İstanbul’un taşı toprağı altın’ deyişi var ya, o gerçekten, gerçek.
İstanbul’da su satsanız aylık kazancınız 5 bin TL, gevrek satsanız aylık kazancınız 10 bin TL, otoparkçılık yapsanız aylık kazancınız 30 bin TL.
Taşı, toprağı altın da yaşantısı bronz bile değil.
Altın satanların bile tenekeden yaşadığı İstanbul!