15 Temmuz darbe girişimi, Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde Türk Milleti tarafından yırtıp atılan Sevr' in yüz yıl sonra yerli ve dış işbirlikçiler eliyle hayata geçirilme çabasıdır. İzmir Barosu olarak 15 Temmuz darbe girişiminin olduğu günden bu yana, hukukun askıya alındığı her türlü kalkışmanın karşısında olduğumuzu defalarca açıkladık.
Hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı, savunma hakkı, ifade özgürlüğü, iletişim özgürlüğü ve basın özgürlüğünün ortadan kaldırılamayacağını, bu hakları bertaraf eden her türlü düzenlemenin de karşısında olduğumuzu tekrar ediyor; bir kez daha evrensel hukuk normlarının eksiksiz uygulanması gereğinin altını çiziyoruz.
675 ve 676 sayılı KHK lar ile getirilen düzenlemeler ile,
Kovuşturmada en çok üç avukat bulunabilecektir, yargılanan kişilerin savunma hakkı kısıtlanmaktadır, adil yargılanma hakkı ihlal edilmektedir.
Mahkeme kararı olmadan avukatın bir takım davalarda görev yapması kısıtlanmaktadır.
Şüphelilerin avukatları ile yaptıkları görüşmeler kayıt altına alınabilecek, görüşme sırasındaki belgelere el konulabilecektir. Adil yargılanma hakkının bir parçası olan "kendi aleyhine delil sunmama-susma hakkı" bertaraf edilerek şüpheli ile avukatı arasındaki görüşmeler izleme altında gerçekleştirilecektir.
Tüm görüşmeler izleme altında olmasına rağmen, gözaltına alınanlar hiçbir sebep yokken 24 saat avukatıyla görüştürülmeden bekletilebilecektir.
Savunmaya verilen tanık ve uzman kişi dinletme hakkı inisiyatif konusu haline getirilmektedir.
Zorunlu müdafiilik gerektiren hallerde müdafi bulunmasa dahi yargılamaya devam edilebilecektir. Yargılanan çocuk veya kendisini savunamayacak derecede malul, sağır, dilsiz bile olsa hukuksal yardım almadan yargılanabilecektir. Bu değişiklikle müdafiin gelmediği hallerde hâkimin "derhâl başka bir müdafi görevlendirilmesi için gerekli işlemi yapacağına" dair TCK' nun 151.maddesinin 1.fıkrası da kadük hale getirilmektedir.
Şüphe üzerine başlatılan soruşturmalarda hiçbir yargı kararı olmaksızın bireylerin temel haklarından mahrum edilmesi, yargısız infazla mahkum edilmelerine eş değer teşkil edecektir. Ülkemizi gerek uluslararası kamuoyunda gerekse AİHM önünde mahkum konumuna düşürecektir.
OHAL kapsamındaki KHK lar ile yargının İDDİA makamı gün geçtikçe yetkilerle donatılarak güçlendirilmekteyken, SAVUNMA makamı aciz ve işe yaramaz hale getirilmektedir. İddia ve savunma birbirini tamamlayan eşit unsurlardır. Biri olmadan diğerinin olması kabul edilemez. Savunmanın güçsüzleştirildiği, avukatlık mesleğinin itibarsızlaştırıldığı bir sistemde iddianın baştan kazanacağının belirlendiği gibi adil yargılanma hakkının da ağır bir şekilde ihlal edileceği bilinmelidir.
Hukuk devletinde doğal hakim ilkesinin hayata geçirilmesi ve hakimin tarafsız bağımsız olması esas olmalıdır.
Hatırlayınız ki, Ergenekon, Balyoz ve Askeri Casusluk gibi hukuka aykırı tüm yargılamalar, ülkemizi daha karanlık bir döneme sürüklemiştir.
Hukuk, muhalifleri sindirme aracı haline getirilmemeli; kamu vicdanı zedelenmemelidir.
Sonuç olarak; siyasi iktidarı ve Türkiye Büyük Millet Meclisindeki hangi siyasi partiye mensup olursa olsun tüm milletvekillerini demokrasiye, hukuk devletine, hukukun üstünlüğüne, savunma hakkına, yargı bağımsızlığına; ifade, iletişim ve basın özgürlüğü ile ülkemizin geleceğine sahip çıkmaya davet ediyoruz.