Evrende canlı dünyaya getiren tek yaratılmış. Can getiriyor dünyaya, yetmiyor, kendisi bu dünyadan göçene kadar, kol kanat geriyor o dünyaya getirdiği canlıya. Öyle ki istese yavrusu, razı ömrünü bırakmaya, yavrusunun ömrünün üstüne.
Yetinmiyor bununla, kız oluyor babaya. Babanın eli ayağı oluyor, gözü kulağı oluyor. Birçok erkek kendi yuvasını kurunca, unutuyor atasını. Ama kız çocuğu öyle mi ya, oyuncak bebeğine bakar gibi, aşkla bakıyor babasına anasına.
Bitti mi sandınız? Yanıldınız.
Gidiyor bir adama aşkını veriyor. Çocuk gibi peşinden koşturuyor, derliyor topluyor onu. En düşkün zamanında, ayağa kaldırıyor adamı. Bir daha düştüğünde nasıl ayağa kalkacağını öğretiyor adama...
Kadının marifetleri biter mi sandınız?
Yok bitmez.
Kara Fatma olur, tüm düşman istihbaratını çökertir. Kağnıda, öküzle bir olur, cephene götürür cepheye. Halide Edip Adıvar olur, halkı uyandırır, vatanı kurtarır.
Tüm doğa ona âşıktır mesela. İnek ona süt verir, tarla ona mahsul verir.
Kadın, kadın, kadın...
Allah'ın bize yeryüzündeki, en büyük kıyağıdır.
Kıymetini bil onun. Allah'ın sureti, onun kalbindedir.
Toprak öyle bitip tükenmez, /dağlar öyle uzakta,
sanki gidenler hiçbir zaman
hiçbir menzile erişemeyecekti.
Kağnılar yürüyordu yekpare meşaleden tekerlekleriyle
Ve onlar
ayın altında dönen ilk tekerlekti.
Ayın altında öküzler
başka ve çok küçük bir dünyadan gelmişler gibi
ufacık kısacıktılar
ve pırıltılar vardı hasta kırık boynuzlarında
ve ayakları altından akan
toprak,
toprak,
ve topraktı.
Gece aydınlık ve sıcak
ve kağnılarda tahta yataklarında
oyu mavi humbaralar çırılçıplaktı.
Ve kadınlar
birbirlerinden gizleyerek
bakıyorlardı ayın altında
geçmiş kafilelerden kalan öküz ve tekerlek ölülerine.
Ve kadınlar
bizim kadınlarımız:
korkunç ve mübarek elleri
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
anamız, avradımız, yarimiz
ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen
ve soframızdaki yeri
öküzümüzden sonra gelen
ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
ve kara sabana koşulan ve ağıllarda
ışıltısında yere saplı bıçakların
oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan
kadınlar,
bizim kadınlarımız
şimdi ayın altında
kağnıların ve hartuçların peşinde
harman yerine kehriban başlı sap çeker gibi
aynı yürek ferahlığı,
aynı yorgun alışkanlık içindeydiler.
Ve on beşlik şaraplenin çeliğinde
ince boyunlu çocuklar uyuyordu.
Ve ayın altında kağnılar
yürüyordu Akşehir üzerinden Afyon`a doğru.
Nazım Hikmet RAN