‘KAR’ EĞLENCEDİR!

Ali EYCE

Karın içinde çocukluğunu geçirmiş birisi olarak karın ne olduğunu, ne olmadığını çok iyi bilirim.

Memleketim Sivas’a kar yağdı bayram olmaz. Çünkü kar, güneş gibi, yağmur gibi, rüzgar gibi en doğal hava hareketidir.

Yağdı öyle beş dakika da yağmaz, bir ayda yağmaz.

Yağmaya başlamasıyla, karın karanın üzerinde yok olmasının arasında 7-8 ay vardır.

Yani çocukluğumda 7,8 ay kar üzerinde yaşanabildiği kadar normal hayatını yaşadım.

Kar yağdı diye okula, sokağa, komşuya, oyuna gitmemezlik yapmazdık.

O kar yağar, bizde onun altında yaşamaya devam ederdik.

Çok üşüdüğümüz olmazdı çünkü hep üşürdük.

Çok düşündüğümüz olmazdı çünkü hep düşünürdük.

Sabah uyandığımızda kapımızın önünü süpürmek ilk işimizdi. Süpürmek derken elimizde süpürge ile değil kürekle, kazmayla.

Gece biz iki, üç yorgan altında, onun ağırlığından sıcak sıcak uyurken, soğuk soğuk, sessiz sessiz yağan kardan bırakın sokak kapısının, evin iç kapısını bile açmak mümkün olmazdı.

Sabah ilk kalkan genelde annem olurdu, ilk işi sobayı yakmak olurdu.

Soba yanmadan, sıcaklığını odaya vermeden kimse yattığı yerden çıkmak istemezdi. Hani soba yanmasa kimse iki yorganın altında çıkmayacak gibi uyuyor veya uyanık dururdu.

Gün ışığında başlayan kar atma, yol açma çalışmaları evde yaşayan büyüklerin ilk karayolu çalışmaları olurdu.

Biraz güneş kendini gösterdiğinde sanki Ağustos ayı gelmiş, denizin kıyısında güneşlenme zamanı gelmiş gibi dışarı atardık kendimizi.

Kar var ama güneşte var.

Güneş ısıtmıyor ama varlığı, ışıltısı dışarı çıkmak için yetiyordu.

Derken açılabildiyse okula, açılamadıysa sokağa çıkma vakti.

Üzerimizde bir kazak, altımızda bir pantolonla. Ne elimizde eldiven, ne başımızda şapka, ne de ayağımızda bot.

Bildiğin lastikten şekilde verilmiş, araba lastiğinin benzeri ayakkabılar.

Soğuk o kadar keskin olurdu ki, burnumuzdan akan sümüğü donan elimizde değil, kazağımızın koluna silebilirdik. O da, orada anında donar buz parçası olarak yere düşerdi.

Kar varsa oyun da var.

Kardan adam yapmak bize hep zahmetli geliyordu. Çünkü kardan adam ertesi günü yeni yağan karın içinde yok olan adam oluyordu.

Onu yerine mağaralar yapıyorduk.

Nefesimizle de olsa ısınacak bir yer olması oyunumuza iyi geliyordu.

Mağaraları ne kadar büyük yaparsa da o kadar çok arkadaşımızla içine girip, oturup, nefesimizin sıcaklığında oyunlar oynuyorduk.

Buz şekeri yemek ise o mevsimin en güzel hediyesiydi.

Her taraf buzdu ama biz bizin en kristal olanını, en temiz suyun aktığı yerde olanını tercih ederdik, soğuktan değil, soğuğun içinde kalmış olan mikroptan korkarak.

Çatısı en güzel olan evin buz sarkaçları, kaynak suyunun aktığı yerden çıkan buz sarkaçları, karın üstündeki karın üstündeki karda oluşan bu sarkaçları en temiz buz şekerlerimizdi.

Bir de kızaklarımız vardı.

En hızlısı, en güçlüsü olan kızaklarımız.

Yokuş aşağı olan yerlerde formula 1 motorları gibi kullandığımız, ayak kısımlarında demir veya çelik sırtı olan kızaklarımız.

Üç, eş metreden yellenerek gelip, üzerine atladığımız, atladığımız gibi aldığımız hızla faili meçhule doğru en hızlı şekilde gittiğimiz kızaklarımız.

Karla olmak, karda oynamak, karda yaşamak hepsi güzeldi de, o mevsimlerin en zor olanı yıkanmaktı.

Tam da soğukla kan kardeşi olmuşken, sıcak suyu yemek ve sonra alabildiğine üşümek.

Ondandır belki de hala soğuk suyla yıkanmayı tercih edişim, sıcak sudan nefret edişim.

İzmir’de kar düşünce bayram edenleri, karı düştüğü yere gidenleri görünce aklıma hep bu günler geliyor.

Çok karlı ve karlı günler yaşamışım diye düşünüyorum.

Keyfiniz daim, haftanız sıcak ve mutlu olsun.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.