Korkunun elli değil yüzlerce tonunu yaşıyoruz. Sokakta, evde, her yerde korku var. Eve kapanıp güvende olacağımızı sanamayız. Kapıyı kırıp içeri birinin girmesi hiç de uzak ihtimal değil.
Veya camdan içeri serseri bir kurşun girmesi mümkün.
Biz korkuyu iliklerimizde hissedip yaşarken, korkuya sebep olanların zerre korkusu yok. Neden korkacak ki? Nasıl olsa kolaylıkla serbest kalacak. Ve hemen ardından sosyal medya tepkisi nedeniyle yakalanıp içeri tıkılacak. Eğer sosyal medyada yeteri kadar ses çıkmadıysa o zaman kötü. Yatıp kalkıp sosyal medyadan tepki dileyeceğiz.
Nasıl ki, bir kadını köşede kıstırıp kim bilir neler yapmaya niyet eden iki başıboş adam, ifade sonrası salınıp, sosyal medya tepkisiyle tutuklandıysa. Ve üstelik geçmişleri suçlarla dolu iki suç makinesi.
Hiç korkmadığım kadar korkuyorum. Kendim için, sevdiklerim için. Tehlikenin nereden geleceği belirsiz. Belirsizlikten korkuyorum. Günlerdir karnımda bir ağrı var, içim hep kelebekli. Fark ettim ki yolda yürürken gözümün ucuyla arkaya bakıyorum. Huzursuzum.
Bir kızın kafası İstanbul’da kesilerek yola düştü. Vahşetin kıyameti koparması lazımdı. Ama öyle olmadı. Aksine her şey olağan akışında. Tuhaf.
Ben beklerdim ki, meclis acil toplansın, yasayı değiştirsin, korkunç cezalar çıksın. Olmadı. Köpekleri potansiyel tehlike görenler, adamları aynı derecede tehlikeli bulmadı demek ki. Köpekler için üç gün kapanıp “beyin fırtınası” yapanlar o sıralarda beyin göçü yaşadılar. Sanki çok sıradan bir şey olmuş gibi, yolun ortasına insan kafası değil de karpuz düşüp patlamış gibi. Kınayıp, üzülüp geçildi mesele. Kıyamet kopar dedim, kopmadı. Hatta hiçbir şey olmamış gibi her şey.
Bir yılda 180 köpek saldırısı (ısırma), 52 bin kadın, çocuk istismarı, 315 kadın cinayeti var. Ama sadece köpekler olağanüstü durum ilan ediliyor.
Belki insanın insana her yaptığı kabuldür. Mesele bu kadar basittir.