E=m.c2 formülünü daha önce duymuş ya da görmüş müydünüz? Liseden mezun olalı otuz yıl geçmesine rağmen hala anımsıyorum bu formülü… Yok, üniversitede Fen Bilimleri ya da Fizik ile ilgili bölümler okuduysanız sadece liseden kalma bir bilgi olmadığını da söyleyebilirsiniz haklı olarak…
Bilcümle fizik öğretmenlerimin ve fizik ile ilgili alanlarda çalışanların affına sığınarak, formülü kısaca açıklamaya çalışıp, ardından yazımı gelmesi gereken yere taşıyacağım;
“E” harfi enerji kelimesini simgeler. “M” harfi, “kütle” manasına gelen İngilizce mass kelimesinin baş harfi, “C” ise “hız” manasındaki celerity kelimesinin baş harfidir. Ve kütlesi olan yani ağırlıkla ifade edilebilen her şeyin, bir enerjisi olduğunun ispatıdır da… Ortaya atıldığından beri, Fiziğin temel ilkelerinden biri haline gelen bu formülün babası da Albert Einstein’dan başkası değildir.
Maddenin bir enerjiye sahip olduğu gerçeğinin yanı sıra, maddenin yok olmadığını ve enerjiye dönüştüğünü de ispatlar. Elbet ki, dünyadan gelip geçenler arasında, Kuantum Fiziği ya da Kuantum Mekaniği denen olguları dilimize yerleştiren ve dünyanın yaradılışıyla, uzayın boyutlarına farklı bakış açısı kazandıran Albert Einstein; bu kuramı ortaya atıp, ispatlarken; Atom Bombasının bu formül sayesinde yapılabileceğini varsaymamıştı.
Albert Einstein’e göre maddenin, ışık hızının karesi ile ağırlığının çarpımı kadar enerjisi vardır. İşte tam da, Kuantum Fiziği adı verilen kuram devreye girer; kütlesi devasa olan maddeler (gezegenler mesela), uzayı bükerler ve yerçekiminin hissedilmesine sebep olurlar. Bunu da ışık hızının artan hızda olmamasına yani sabit hızda olmasına bağlar kuram. Aslında tüm bunların sonunda, uzayın üç boyutuna ek olarak, zaman adı verilen dördüncü boyutu ortaya çıkar.
Biliyorum, biraz karışık… Fakat en yalın haliyle özetlemeye çalıştım Kuantum Fiziğine giden yolu… Elbet ki, bu kadar basit değil; Albert Einstein, bu konuya yıllarını vermiş ve hatta Nazi Almanya’sının, Yahudi Bilim İnsanlarına yapmış olduğu baskılar nedeniyle Amerika’ya göç ederek, çalışmalarına Amerika’da devam etmiş, bir daha da yurduna dönmemiştir. Göçten önce, Belçika ve İngiltere’de de kısa süre yaşamış ve 1933 yılında Amerika’ya göç kararı almıştır.
O yıllarda çok genç olan Türkiye Cumhuriyeti’nin de kucak açtığı, Yahudi asıllı Alman Bilim İnsanları ülkemizde akademik çalışmalara imza atmakta ve genç cumhuriyetimizin yeni üniversitelerinin kurulmasına yönelik çalışmaktaydılar. Bizzat Mustafa Kemal Atatürk’ün öngörüsüydü bu… Ancak, ari ırk sevdasıyla yanıp tutuşan ve bu uğurda bütün Avrupa’yı karşısına alan Hitler’in, Almanya’daki Yahudilere karşı başlattığı faşist tutumun dozunu artırmasıyla Profesör Albert Einstein, kırk kadar bilim insanının, ülkemizde istihdam edilmesi ve onlara da kucak açılmasına yönelik bir mektup yazar. Üstelik bu kişiler ilk yıl, ücret de istememektedirler. Dönemin Başbakanı İsmet İnönü, zaten bu konuda bir desteğin olduğunu ve bu talebin karşılanamayacağını belirten bir mektubu diplomatik bir dille yazarak, Einstein’a cevap niteliğinde gönderir.
Günümüzdeki, nükleer enerji, atom enerjisi ve uzay çalışmalarının bir kısmı, hatta atomun parçalanması ve/veya birleştirilmesi işlemlerinin temelini oluşturan Kuantum Fiziğinin babası Prof. Albert Einstein’dır.
Günümüze dönelim;
Birkaç gündür sosyal medyayı meşgul eden bir eğitim konusu var ki, bence eğitim sözcüğü yerine anlatıyor dersem daha uygun olur zannımca; kendisini ‘Bilinçaltı ve Kuantum Eğitmeni’ olarak tanımlayan birinin sözde eğitimlerinden bahsediyorum. Görüntülerden görüldüğü kadarıyla, kendi gibi lüks ve şatafatı sevenlere hitap eden ve hatta onların eğitsel ezikliklerini maharetle kullanan bu kişi ya da kişiler, kolay para kazanmanın yolunu bulmuşlar. Anlattıkları konuların, akademik bir tarafı olmadığı; “bilinçaltı temizliği” adını verdikleri bir başlıktan ortaya çıkıyor ki, işinin ehli psikolog ya da psikiyatrlar bile bunun olası olmadığını bilhassa belirtiyorlar. Yani bilinçaltının resmen temizliğinin eğitim ile olamayacağının…
Zaten, sattıkları eğitim paketleri incelendiğinde, kişinin ya da kişilerin din simsarı oldukları o denli açık ki… İnsanların ruhani duygu ve kaygılarını, bir malzemeye dönüştürüp, bunun üzerinden büyük bir vurgun vuruyorlar. Canım ülkemdeki eğitim sisteminin de, bilinçli bir elce, son yirmi yılda tükenmesi üzerine yapılan tüm taktiklerin tuttuğunu da resmen gözümüze sokuyorlar.
İnsanlar, artık Kuantum Fiziği denen ve dünyanın seyrini değiştiren E=m.c2 formülünü öğrenip, kurcalamak yerine, ölümden sonraki hayatlarının sözde eğitimini alıyorlar. Cennetten arsa almaktan inanın ki farksız bu!
Kuantum gibi nice akademik terimleri, ücretsiz şekilde ülkemize getirmek isteyen bilim insanlarının olduğu bir zamandan, geldiğimiz noktaya bakın! Cehaletin son noktası…