Gökyüzüne isyanını bastıran bir kasımpatı kadar ürkek yürüyüşlerin çocuğuydu.
Yaşamı boyu topladığı tüm ilkbaharları bir kışa harcayacak kadar müsrif davranmıştı. Ciltler dolusu duygu sıralamalarında en çok sevgide konaklamıştı.
Bir türlü kayıtlayamadığı ekâbir duyguların yumağı kibirde ise bütün vücut ve ruh kimyası alt üst oluyor, midesine kramplar giriyordu.
Sessizdi…
Güneş hasretiyle tutuşmuş, kuzey karları gibi bembeyazdı, kovulmuş şeytana karşı duyguları.
Umman med-cezirleri kadar ağır ve kaygılıydı, temmuz ayında ırgat terlerine benzer bir şekilde diline dökülen kelimeler.
Örs gibi kullanılıyordu kalbi, kendini onaranlar tarafından.
Varsındı, varacaksa sevdaya, çekilen acının ateşlediği umutlar. Kalsındı, kalacaksa bir ertesi zaman beklentisiyle döllenmiş gayri meşru korkular.
Neylesin seni? Yürekten doğan bir mısraya, ulanamayacak kadar gizemden yoksun isen, şair Homeros.
Neylesin seni Hallaç, hayatında bir Gogol öyküsüne konu olabilecek kadar yoksa delilik. Mesnevi de bir mesel’e konu olabilecek bilgelikten yoksunsan, Hayyam’dan bir rubai okuyacak kadar sarhoş değil, ayıksan, neden arasın seni, gündüz gözü feneriyle Diyojen.
Ebuzer kadar isyankâr olmayıp ta düşmemişsen aç susuz Rebeze’ye, itaat edip Osman’a. Sor bakayım sana layık görür mü kana kana içtiği Baldıran’ı Sokrat.
Bütün saraylarını terk edip te düşmemişsen yalınayak yollara, Gotama gibi, neden alsın seni zikir halkalarına Hacı Bektaş-ı Veli?Kralın yargıçlığını reddetmediysen Lao Tzu gibi elinin tersiyle, La Fontaine güldürecektir kurnaz tilkisini sana gerisiyle.
Sezarlaşma, senden büyük varlık var, bir mısrasıyla seni ceylan gibi avlar Feridüddin Attar.
Böyle Buyurdu Zerdüşt; kutsal kitabı Avesta’da “Kötülükten uzak ol”, “Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol”.
Köroğlu gibi isyan etmemişsen Bolu Beyi’ne, Âşık Veysel dinlemek senin neyine.
Bu yalakalığınla kesin vurdururdu seni Shakespeare, Othello’da. Kana bulanmış ellerin, artık temizlenmez, omuzlarına kadar batmışın Kerbela’da.
Çarmıhtan kaçıyorsun, doğruyu söylemeyerek, ey korkak!. Ayinlerde, dualardasın, yanı başında olduğunu iddia ettiğin İsa’dan utanmayarak.
Maverayı korkusuzca geçip te gelen yüreklilerden olduğunu söylüyorsun. Bir kalbi kırdığında bütün âlemi yıktığını bilmiyorsun.
Ey Nadan! Bu sözler açar mı bilmiyorum kalp gözünü, hani dosdoğru olacaktın Kal-u Bela’dan vermiştin sözünü.
“Söz ola kese başı, söz ola kese savaşı”nı öğrenmiştin ya Ali’den, seni doğurduğuna çoktan pişman olmuştur her bayram helallik aldığın validen.
Delphi Tapınağına kadar koşturup gitmiştin “Kendini Bil”mek için. Hiç düşünmedin mi? “Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir, tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir” mısrasını Ziya Paşa kaleme almış, niçin?
“Bil Kendini!” Düşsün boşluğa bütün yazılmış külliyatlar. Korkma! Senden hayat bulsun bütün ümitsiz hayatlar.
Çağır tüm tanıdıklarını doğudan batıya. Gelsin, Konfüçyus, Lao Tzu, Chuang Tzu, Buda ve tüm Tibetli Rahipler.
Daveti geniş tut, Sokrat, Eflatun, Aristo, Thales ve bütün Atina, hatta Roma, Cicero ve yanlarında tüm azizler.
Açıkta bırakma al gemiye, bütün bilinen ve bilinmeyen peygamberleri. Nuh’u rahat bırak geç dümene, topla bütün batılı bilgeleri; Bruno, Galileo, Spinoza, Hegel, Kierkegaard ve Jean Paul Sartre’yi.
Kuzeye çık. Tüm yazarlarıyla birlikte, Puşkin’i, Turgenyev’i, Dostoyevski’yi, Tolstoy’u ve bütün klasikleri.
İn güneye. Kucakla Afrika’yı, Endülüs’ü, İskenderiye’yi, Zenon’’u, Mısır’ı, Sümer’i, Şam’ı, Zerdüşt’ü de.
Al- gel Anadolu’ya.
Gel beşiğe. Gel, bir at başı uzanan Akdeniz’e. Nazım Hikmet’e.
Evet, her şey ve her şey bir cümleye sığar.
Bütün iklimler ve inançlar bir gönülden konaklar.
Bildiğin tüm ayinler, bir cümleyle sona erer.
Bildiğin her şey bilinmezden.
Bilinmeyenler.
Sesler yakıcıdır ama gönülden doğar.
Sana senden daha dost cümlelerim var.
Kulaklarımda sonbahar sesleri, içimde dostluğun yakıcı ateşi var.
İlim bilsen ne olur? “Kendini Bil”menin içinde nice ilimler var.