''Bu dünya, yoruldu mu kuşlar konsun diyedir.''
Can Yücel ustadan naif bir dünya tanımı… Ya da kuşlara, börtü böceğe, düşküne, yalnıza, ihtiyaçlıya özel bir öncelik tanımış Can Yücel, ne dersiniz?
Gelin sizlere bir kuş hikâyesi anlatayım;
Aslında, bu hikâye bir değil birden fazla kuşun hikâyesi… Şöyle ki, bahsini edeceğim kuşlar artık kolonileşmişler, sayıları binlerle ölçülür cinsten…
İzmir’de, özellikle de Bornova’da yaşıyorsanız; sıklıkla karşılaşmış olabilirsiniz. Bornova Büyükpark içerisinde, Ege Üniversitesi kampüsünde ve civardaki hemen tüm ağaçlarda varlar hikâyemizin kahramanları… Yeşil renkte, kırmızı gagalı, bazılarının boynunda siyah bir halka olan ve kuyruk uzunlukları kimilerinin kırk santimetreye varan yeşil papağanlar bunlar…
Bilim insanlarının “Psittacula Krameri” adını verdikleri, dilimizdeki adıyla “Siyah Kolyeli Yeşil Papağan” adlı tür 90’lı yılların başından beri Bornova’da sıklıkla gözleniyor. Ve bu papağan türü, geçen sürede Bornova gibi, büyük parkları olan ilçelerdeki ağaçlarda da görülüyorlar. Popülasyonlarını artırarak ve farklı yerleşim yerlerine yayılarak, ülkemizi memleket edinmişler kendilerine. Ankara, Bursa ve İstanbul’da da, sayıları İzmir’deki kadar olmasa da varlar.
Bilim insanlarına göre artık egzotik tür olarak sınıflandırılan yeşil papağanlar nasıl olmuş da, İzmir’i kendilerine yurt edinmişler?
Gerçek vatanlarının Güney Asya’da, Hindistan, Pakistan, Nepal, Afrika’da ise Sudan, Etiyopya, Somali ve Uganda olduğu biliniyor. Şehrimizde sıklıkla rastladığımız bu kuş türünün, İzmir’e gelişi ile ilgili olarak birden fazla teori var. Ve hangisinin gerçek olduğu da tam olarak belli değil aslında…
Bilim insanları, 90’ların başında patlayan Körfez Savaşı neticesinde, uzunca bir süre yanan petrol kuyuları yüzünden göç etmek zorunda kaldıklarından bahsediyorlar yeşil papağanlar için…
Vatandaş ise, kaçak yollardan bir tır dolusu papağanın, tırın kayganlaşan yolda devrilmesiyle açılan kafeslerinden kurtulmaları sonucu İzmirli olduklarını anlatır. Ve hatta bir gemi dolusuymuş da, Alsancak limanına yanaşmış ve ancak türlü sebeplerden gümrük işlemleri gerçekleşemeyince, kuşlar da gemide ölmeye başlayınca, bilinçli şekilde doğaya salınmışlar şeklinde anlatılanı da var. Ankara Esenboğa Havaalanına inen uçaktan salınmışlar şeklinde de bir efsane yok değil! Ha, bir de, kaçak yollardan yurda sokulmuşlar ama polise yakalanmamak için kaçakçılar tarafından doğaya salınmışlar diye de anlatılana rast geldim doğrusu…
Geçenlerde bir haber okudum;
Tarım ve Orman Bakanlığı ile Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, Avrupa Birliğinden tam iki milyon avro destek almış. Sıkı durun; yeşil papağanlara kıyak olsun diye değil! Onları öldürmek, yok etmek için… Sebep olarak da, yeşil papağanların istilacı tür olduklarından ve doğal habitatı tahrip ettiklerinden dem vurulmuş. Bu sebeplere bir de, aşırı çığırtkanlık yapmaları yani gürültücü olmaları eklenmiş!
Yeşil papağanlar, her ne şekilde ülkemize gelmiş olurlarsa olsunlar, artık yaşamın bir parçası haline gelmişler. Açıkçası ben bir zararlarını görmedim. En azından gökyüzünü paylaştıkları martılar, güvercinler, kumrular, kargalar, serçeler ve diğerlerinden de bir zarar görmedim. Siz gördünüz mü? Ya da varsa zararları, diğerlerinden fazla değildir!
Asıl mesele yeşil papağanlar olmamalı! Koskoca iki bakanlığın bütün problemleri bizim Yeşil Papağanlarımız mı? Ülkemizde bitirdikleri tarım ve hayvancılık uygulamaları mı? Yoksa imara açtıkları yeni konut alanları mı? Sitler mi? Şehircilik çalışmaları mı?
Ha, alın size farklı bir bakış açısı daha;
Otuz yılı aşkın bir süredir ülkemizdeler Yeşil papağanlar ve diyelim ki mülteci ya da göçmen statüsündeler! Şimdi biz, bizi bu kuşlardan kat ve kat daha fazla rahatsız eden, son on yıldır ülkemizi yolgeçen hanına çeviren Iraklı, Afgan, Suriyeli, Pakistanlı ve diğer egzotik türleri, Avrupa’dan destek alarak yok mu edeceğiz o halde? Ve hangi bakanlık eliyle?
Usta şairlerimizden Ahmet Telli’nin “Kuş Ölümleri” adlı şiirinden bir bölüm ile bitsin yazım;
“…
Bu kent kuşların intiharını umursamıyor artık
ve göğsüm buz kesmiş bu üşüten yalnızlıkta
Birlikte çay içtiğimiz sokaklarda yürüdüğümüz
o süt mavisi gülüşler güz solgunluğunda şimdi
unuttum çoğunun adını çoğu voltalarda yıllardır
nasıl da sessiz yaşanıyor gürültüler ortasında
…”