Hellbrunn Sarayı’na hoş geldiniz. Bağımsız Salzburg Prensliği-Başpiskoposluğu’nu 1612 ile 1619 yılları arasında yöneten Başpiskopos Prens Markus Sittikus’un ikametgahında bulunuyorsunuz.
Burada yürümekten zevk alacaksınız. Keşiflerle dolu bir serüvene hazırlıklı olun ve zamanın sosyal ve kültürel yaşamının tüm öğelerini bünyesinde barındıran prensi tanıyın.
Hangi yolu seçerseniz seçin, prensliğin bir çok farklı yüzüne ilişkin hikayeler anlatan, eski bir dünyayla karşılaşacaksınız.
Şimdi Markus Sittikus’un sıra dışı dünyasına adım atalım.
1613-1619 yılları arasında bir villa olarak yapılan ve bir saray kadar büyük planlanan Hellbrunn Sarayı aslında oldukça ilginç şeylere sahip. Mesela burası Prens-Başpiskopos Markus Sittikus tarafından kullanılmak üzere yapılmış ancak sadece gündüzleri kaldığı için, sarayda yatak odası bulunmamaktadır. Prens oldukça şakacı bir insan olduğundan, misafirlerini sulu şakalar yapmak için bahçenin bir çok yerine gizli açık fıskiyeler ve su oyunları düzenlemiştir.
Eğlence düşksünü prens Markus’un en sevdiği oyun ise kral masasıdır. Kısaca özetlemek gerekirsek oyun şöyle oynanmakta;
konuklar masanın çevresin de bulunan taş sandalyelerde oturur, prens de masanın baş köşesine geçer ve soru sormaya başlar. Genel’de mantık içerikli dalgınlık kabul etmeyen cevaplar istenir şayet bilemeyen olursa oturduğu taş sandalyeden sular fışkırmaya başlar.. Konukların çığlık sesleri bahçenin dört bir yanına dağılmasıyla birlikte sarayda eğlence gece yarılarına kadar sürer gider. Saray müze olarak kullanılmasına rağmen gelen ziyaretcilerle bu oyun hala oynanır siz saray turunuzu bittirdiğinizde genelde ıslanmadık yeriniz kalmaz, tedarikli gitmekte yarar görüyorum.
Gezi boyunca umulmadık alanlardan size doğru fışkıran sular ayrıca keyifli anlar yaşatmakta.
Bahçenin büyülü dünyasında dolaşırken kah huzuru kah ürkütücü yönleri özellikle bahçede bulunan minik odalar süprizlerle dolu. Düzenekle hareket eden görseller ürküttüğü kadar keyifte vermekte tam bu noktada bir parantez açmak istiyorum ‘’Prens Markus’un bu sihirli dünyası avrupanın en önemli din savaşı olarak gösterilen 30 yıl savaşları sırasında yaşanıyor olması ilgi çekici’’ neyse konumuza dönelim.
Bahçenin saymakla bitmeyen eğlencelerini geride bırakırken karşımıza çıkan devasa hareketli müzik kutusunu izlerken ve de dinlerken keyifli keyifli, ıslanmak tarifsiz…
Bahçe turumuzu tamamladıktan sonra sarayın iç merdivenlerinden ağır ağır yukarı çıkıyoruz.
İlk oda da bizi karşılayan devasa tek boynuzlu bir at bire bir gerçeği ile aynı ki ‘’doldurulmuş olduğu söylentiler arasın da’’ karşılamakta…
Sarayda dolaştıkça göz alıcı eserler duvar süslemelerini ağır ağır inceleyip geçerken beklenmedik bir anda cıkan müzik odası en etkileyici anların habercisi gibi duruyordu karşımızda. Fonda klasik müziğin tınısı duvarlardan süzülürcesine kubbeye ulaşması, dinlenesi bir durum… pek anlatılmaz.
Son olarak, Prens Markus 43 yaşında melankolik teşhisiyle ölür ve vasiyeti üzerine mezar taşına şu cümleler yazılır;
‘’ Dur yolcu, seni sadece birkaç kelimeyle alı koyacağım!
Bu küçük kabirden çıkmama izin verilmiyor. Burada benim,Hohenems Hanedanlığı’ndan,Salzbur Başpikopos Prens Markus sitticu’un kemikleri ve dış gövdesi yatıyor. Kalbim ise amcam kutsal Carlo Borromeo ile birlikte. Şuan yaşadığım evin kutsal sahipleri Rupert ve Virgil’in koruması altındayım; En üst kata tırmandıktan kısa bir süre sonra bodrum katına geri dönmek zorunda kaldım; Ölüm bana emretti! Ne mucize ama? Evin sahipleri, yeni bir binada Papalık Elçisini bekliyorlar.
Şimdi lütfen yanımdan ayrılın ve ölmeyi öğrenin!’’