Bir mavi umman düşlerdim.
Küçüktüm, minnacıktı ellerim.
Herkese, arkadaşlarıma, kuşlara, börtü böceğe hep bu düşümde bahsederdim.
İçinde küçücük bir ada etrafı palmiyelerle çevrili.
İnce ağaç dallarıyla yapılmış bir sal.
Yüreği narin, elleri tanrıya yazılmış, gözleri ummandan daha derin bir yar.
Soğuk sularıyla içimi serinleten bir dere.
Sıcak sözleriyle gönlüme dokunan bir dilber sere serpe.
Otantik dokusuyla çiçeklerle dokunmuş bir düzlük.
Meme uçlarında İrem cennetlerinden bir ırmağın şırıl şırıl döküldüğü bal teknesine benzer meyveler.
Sarı bir toprak üzerine kondurulmuş bir hayma.
İçinde bir kaç kıymetli, gönlü titreten ses. Dokundukça gönlü esir alan bir ten, konuştukça ıtırlar saçan bir nefes.
Akşamları kızıla boyalı bir gökyüzü, güneş ufukta selamlayarak giderken.
Bütün hücrelerimle birlikte güneşi taklide çalışırdım, içimde yanardağlar, o kızıl gökyüzüne benzer dudakları öperken.
Gece başlar, turkuaz mavisi bir gökyüzü, kanat çırpan sevgilim martılar.
Ocakta kaynayan akşam yemeği gibi fokurdardı o, kar beyazı bedene duyduğum arzular.
İçimde bir tutku olurdu geceye doğan tüm komşu yıldızlara duyduğum yakınlık. Konaklardım, bir yıldızdan daha ışıltılı kollarda yıldızlardan daha bir rahatlık.
Karanlık çöktüğünde küçük Ada’mın yemyeşil koyaklarına.
Bende başlardı inceden bir uyanmışlık, uyanıklık.
Örterdim tüm hasırdan ördüğüm örtüleri kapıya, ruhum kapıdan çıkar âleme dağılırdı, bir Venüs'ten aydınlık.
Sesler duyardım, bir konçerto tadında.
Gülümsemeler, memeye uzanan bebeğinkine denk.
Kokular gelirdi burnuma bir geyiğinin kaburgalarından araklanmış misk-i amber tadında.
Dokunduğum tüm nesneler bir kadının kulak memeleri kadar yumuşacık.
Seyrüseferim devam ederdi âlemde.
Yerde gördüklerim üç beş tadımlık gibi kalırdı bazen.
Bitmesin isterdim gece.
Bacak aralarıma alır sıkardım geceyi günlerce.
Gece, parlement mavisi gece.
Sımsıcak bir haymanın içinde hafif serince.
Serince bedenini toprak önüme, benden bir heyecan kopardı, sanki tur dağını avuçlarının içine almış bir Musa gibi delice.
Toprağı, o kıvrım kıvrım derinleşen toprağı; avuçlardım, sıkardım, bağrıma basardım, çöl ortasında susuz kalmış mecnun gibi kimsesizce.
Ey toprak derdim; dostumsun, kardeşimsin, annemsin, babamsın, sevgilimsin vel hâsılı Şems-i Tebrizi'msin, kurak iklimlerde damağı yanmış bir Celaleddin gibi, delice dönerek ney eşliğinde, boynu bükük bir yetim olurdum, sessizce.
Yar olurdum bütün nebatata, sevgili olurdum uçan arıya, bir kürek olurdum umarsızca toprağı deşeleyen köstebeğe, soframı paylaşırdım yanıma gizlice sokulan akreple.
O anda, işte o anda sen gelirdin sabah tan yeri aydınlanırken, martılar süzülürken gökyüzünde.
Ummanda mis gibi bir dost kokusu çarpardı, alize rüzgârları eşliğinde senin öptüğün yüzüme.
Almaya çalışırdım yerden bir demet kırçiceğini, sen uyarırdın beni dalgalardan daha güzel sesinle.
"Sakın koparma" derdin, "orada daha güzeller" derdin.
Ben sana çiçek olurum, derdin ve verirdim ellerimi senin narin o güzel ellerine.
Sımsıkı tutardın ellerimi bir çınar dalı gibi.
Ben sana uzanırdım, bir sarmaşık olurdum, sarardım her yanını.
İklimler değişirdi, yağmur yağardı.
Adamız sımsıcak bir yuvaydı.
Sen dokundun, gönül kelimelerinle uykumda bana.
Ve bu ruh bu tadı asla unutmadı ya.
MAVİ UMMAN...
Yusuf Akın yazdı...
{{member_name}}
{{formatted_date}}
{{{comment_content}}}
YanıtlaYükleniyor ...
Yükleme hatalı.