Türkiye ile Avrupa Birliği arasında imzalanan anlaşmalar çerçevesinde, Türkiye hükümetince uygun görülen ve Avrupa Birliği tarafından finanse edilen “Türkiye’deki Irak ve Suriye Krizinden Etkilenen Sığınmacılar için Geliştirilmiş Destek” projesi kapsamında gerçekleştirilen “Medya ve Mülteciler Basın Buluşmaları” toplantılarının üçüncü haftası bugün ikinci gün programı ile devam etti.
Karataş: “Mültecilerin Türkiye'deki entegrasyonu ve uyumu bizim için önemli”
Basın buluşmalarının ikinci günü, Mülteci Destek Derneği (MUDEM) Genel Koordinatörü Safa Karataş’ın dernek ve proje hakkında bilgilendirmesiyle başladı. Karataş, “Doğrudan insanlara anadilinde ulaşabilmek adına hukuki danışmanlık, psiko-sosyal destek faaliyetleri ve bununla beraber en önemli faaliyetlerden bir tanesi belki genel halkla uyum ve bütünleşme faaliyetleri gibi faaliyetler yürütüyoruz. Sosyal barışa katkı sunduğumuz düşünüyoruz. En azından böyle bir çabamız var. Bu anlamda mültecilerin Türkiye'deki entegrasyonu ve uyumu da bizim için hayli önemli bir konu” şeklinde konuştu.
Kavlak: “Mültecilerle ilgili medyada yer alan her haber algıyı yönlendirmektedir”
MUDEM Genel Koordinatörü Safa Karataş’ın ardından söz alan SGDD Genel Koordinatörü İbrahim Vurgun Kavlak ise dernek hakkında verdiği kısa bilgilerin ardından mültecilerle ilgili doğru terminoloji ve kavramların kullanımı hakkında bir sunum yaptı. Göçmen, mülteci, sığınmacı ve geçici koruma ile ilgili tanımları anlatarak, medyadaki yanlış kullanımların en aza indirilmesi gerektiğini belirten Kavlak, basında yer alan her haberin insanların bakış açısını doğrudan değiştirdiğine de dikkat çekerek, “Mültecilerle ilgili medyada yer alan her haber algıyı yönlendirmektedir. Bu konuda gerçekten hassasiyet gösterilmesi gerekiyor” diye konuştu.
Ülkeler, göç konusunda üç kalıcı çözüm ürettiler
2. Dünya Savaşı'ndan sonra özellikle Avrupa'da çok ciddi bir nüfus hareketliliğinin oluştuğunu ve bu nüfus hareketleri evresinde ülkelerin sınırlarının değiştiğini ifade eden İbrahim Vurgun Kavlak, “İnsanlar yer değiştirdi ve işte bu yer değiştirmelerden kaynaklı sıkıntıları çözebilmek amacıyla ülkelerde konuya uluslararası çözüm getirme arayışı içerisine girdiler. Ardından 3 kalıcı çözüm tespit etmiş oldular. Bunlardan birincisi gönüllü geri dönüş, ikincisi yerel bütünleşme, üçüncüsü de üçüncü bir ülkeye yerleştirme. Gönüllü geri dönüş dünyada en fazla uygulanan çözüm olmakta. Yani kişilerin ülkelerindeki mültecilik yaratan sebepler ortadan kalktığında gönüllü olarak ülkelerine geri dönmesi. İkincisi yerel bütünleşme dediğimiz konu. Yerel bütünleşme, kişilerin sığındıkları ülkelerin kültürlerine, sosyal yapısına uyum sağlama süreçlerinin sonunda mültecilik statüsü de alarak ve devamında da belki vatandaşlığa geçmeleriyle son bulacak bir bütünleşme durumudur. Bu henüz Türkiye'de çok mümkün olmayabiliyor. Bunun da sebebi Türkiye'nin yine 1951 Cenevre sözleşmesine coğrafi bir kısıtlama ile imza atmış olması. Türkiye, Avrupa Konseyi'ne üye olan ülkelerin dışından gelen kişilere mülteci demiyor. Üçüncü olarak, üçüncü bir ülkeye yerleştirme konusunda ise her yıl ülkeler Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’ne belli kotalar belirlerler ve belirlenmiş olan bu kotalar çerçevesinde mülteci statüsü tanınmış olan kişiler Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği aracılığıyla bu ülkelere yerleştirip üçüncü bir ülkede hayatlarına devam ederler. Bu aslında dünyada en az uygulanan çözüm. Toplam mülteci nüfusunun sadece yüzde biri üçüncü ülkeye yerleştiriliyor” dedi.
Gürses: “Ayrımcılık algısı oluşturulmasını doğru bulmuyorum”
Kavlak’ın ardından yerel medya mensuplarıyla bir araya gelen Kanal D Ankara Temsilcisi Ercan Gürses de ‘Medya ve Etik’ konusunda bir konuşma yaptı. Etikle objektivite kavramının doğrudan ilgisi olduğunu düşünmediğini dile getiren Gürses, “Aslında herkesin objektif olmadan subjektif bakış açısıyla bir haberi verdiğini düşünüyorum. Ama bu süreç zarfı içerisinde en azından bazı etik değerlere uyarsak mesela haberi oluştururken en azından iki tarafın da sesini duyurmak adına toplumsal sorumluluk içerisinde hareket edersek, bütün taraflarla istişare ederek bu haberi değerlendirirsek, bu bizi daha etik davranmaya itebilir. İçinde bulunduğumuz toplumda, ‘Bana ne? Neden ilgilenmeliyim?’ dediğimiz birçok şey de olabilir. Ama habercilik yaparken bunu söyleyemeyiz. Çünkü topluma zarar verebilecek bazı konular vardır. Mesela devletin çok önemli sırlarını sorgulamadan açığa çıkarmanın etik habercilik olmadığını düşünüyorum. Aklıma gelen ilk örnek olduğu için söylemek istedim. Bunun dışında etik bazı değerler var. Toplumun bazı değerleri var. Suriyeli sığınmacılar gündeme geldiğinde mesela onları toplumda düşmanlaştıracak, ayrımcılık yapılmasına yol açacak haberlere özellikle yer vermemek gerekir. Algıları bu şekilde işlemeyi de doğru bulmuyorum” şeklinde konuştu.
Güler: “Medya’da çocuğun yanlış temsili duyarsızlaşmaya sebep olabilir”
Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF) olarak çocukların medyada nasıl temsil edildiği konusunda çok dikkat edilmesi gerektiğini dile getiren UNICEF Türkiye İletişim Uzmanı Tülay Güler, “Sadece biraz daha fazla izlenecek diye çocuk üzerinden duygu sömürüsü yapılmaması ya da çocukların onur kırıcı faaliyetler içinde görüntülerine yer verilmesi doğru değil. Sosyal medyada çocuğun kullanımı konusunda da çok fazla kontrolsüzlük söz konusu. Bununla ilgili biz UNICEF olarak çocukların medyada bu şekilde yer almasına izin verilmesini çok uygun bulmuyoruz. Ama bu aslında kişisel bir tercih. Çünkü örneğin Aylan bebek fotoğrafını kullanmak çok daha fazla insanın canını yakmakla beraber, çok daha fazla insanın harekete geçmesine sebep olacak. Ama bir süre sonra bu fotoğrafları görmek insanlarda bir alışma sürecini de yaratabilir ve duyarsızlaşmaya da neden olabilir. O yüzden bu tarz görüntülerin yer alması gerçekten biraz da kişisel görüşlerle, vicdani hesaplaşmalar sonucunda yapılmasına karar verilmesi gereken bir konu. Ama dediğim gibi biz UNICEF olarak genel anlamda çocukların bu şekilde medyada yer almasının olumsuz sonuçlarını daha fazla düşünüyoruz” diye konuştu.
Basın buluşmalarının ikinci gününde Global Haber Ankara Temsilcisi Faruk Demirel, TRT Dış Haberler Müdürü Ahmet Görmez ve gazeteci ve fotoğraf sanatçısı Mürsel Acay da medya mensuplarıyla kısa bir sohbet gerçekleştirerek, mülteciler konusunda görüşlerini ve yapılan haberlerin içeriklerinde nelere dikkat edilmesi gerektiğini anlattılar.
Sosyal medya ciddi bir silah olabilir
Sohbette sosyal medya konusuna değinilirken, sosyal medyanın etkili kullanıldığı zaman insanları etkileme potansiyeli olan ciddi bir silah olduğunu ifade eden Faruk Demirel, “Sosyal medyaya yansıyan haberler konusunda dikkatli olmak lazım. Sosyal medyanın kışkırtmalarıyla büyüyen olaylar konusunda bizlerin bu haberleri ekrana taşımayarak bir otokontrol vazifesi gördüğünü düşünüyorum. Çünkü çok lokal bir olay, bir ilin bir ilçesinin belki bir kasabadan daha küçük bir beldesinde meydana gelen bir olay, eğer bizim aracılığımızla Türkiye'nin gündemine getirilirse bütün Türkiye genelini etkileyebilecek bir potansiyel taşımaktadır” şeklinde konuştu. Aynı konuyla ilgili olarak Ahmet Görmez ise, “Sosyal medyayı dinamit gibi bir maden açmak için de kullanabilirsiniz. Birilerine saldırıp, onun hayatını sona erdirmek için de kullanabilirsiniz. İyi ya da kötü kullanmak sizin elinizde. Nasıl ki bir elinde dinamit olan herkes iyi niyetle değilse, sosyal medyada da herkes iyi niyetli değil. Birkaç gün önce uluslararası bir araştırma vardı, ‘Sosyal medyada yalan bir haberin yayılma hızı doğru bir haberin yayılmasından 6 kat daha fazla’ diye. Çünkü yalan haber, sansasyon üzerinden gidiyor ve sansasyon çok daha hızlı bir şekilde ilerliyor” dedi.
Görmez: “İnsanlar için bir sorumluluğumuz var”
2012 yılında Suriye’de başından geçen ve kendisini çok etkileyen bir olayı paylaşan TRT Dış Haberler Müdürü Görmez, savaş anında bir yerden kaçmanın ne demek olduğunu şu sözlerle anlattı:
“Hatay’la Suriye sınırında Azmarin Köyü’nün orada sığınmacılar Asi Nehri’nden Türkiye'ye kaçmaya başlamıştı. Bir anne, elinde bebeği. Herhalde bebek en fazla 40 günlük ufacık bir şeydi. Kadın kayığın içinden bebeğini bana uzattı. Biz kıyı tarafındayız ve kayık ufak ufak sürükleniyor. Şimdi düşünüyorum, kadın beni tanımıyor. Ben ruh hastası olabilirim, çocuğu alıp suya atabilirim. Çocuğu öldürebilirim, kaçırabilirim. Belki suya düşecek çocuk bilemiyorsunuz yani. Annenin kıyıya çıkıp çıkmayacağı da belli değil. Çünkü orası sıkıntılı bir kayalıktı. Bebeği aldım sonra anne de geldi, bebeği teslim ettik. O zaman çocuğum yoktu. Şimdi olsa muhtemelen atlar da alırım çocuğu. Ben ne zaman yolda bir Suriyeli görsem, aklıma o insanlar geliyor. İnsanlar için bir sorumluluğumuz var. Hangi dili konuştuğu, hangi dine mensup olduğu, ne yaptığı hiç önemli değil. Eviniz var. Mahalleniz var. Komşularınız, arkadaşlarınız, aileniz var. Hayatınızda bunların hepsinin bir anda elinizden gittiğini düşünsenize. Şimdi kim bunların tamamını bırakıp gidebilir? Ben bunu Gazze'de gördüm. Ben bunu Kuzey Irak'ta gördüm. Ben bunu Suriye'de gördüm. Afganistan'da gördüm. Şimdi ‘Suriyeliler Suriye'ye dönsün’ diyorlar. Nereye dönecekler? Hangi eve dönecek? Evi yok, apartman yok, o mahalle yok ortada. Basın mensupları olarak bunu göz ardı etmememiz gerekiyor.”
Acay: “Onlar için elimizden geleni yapmak zorundayız”
Görmez’in konuşmasına ek olarak Mürsel Acay da yaşadıklarını şöyle anlattı: “‘Suriyeliler dönsün’ diyoruz. 1992 yılında güvenli bölge oluşturulduktan sonra dönebildiler. Ben Kuzey Irak'a göreve gittiğim zaman o dönemde çocuk olanlar büyümüş orada idareci olmuşlar, polis müdürü olmuşlar, iş adamı olmuşlar. 2000’li yıllarda Suriye'de gazetecilik yaptığım dönemde Suriye'ye Türk malı çok giderdi. Türk haftaları düzenlenir, bizim mallarımız orada satılırdı. İthalatların büyük çoğunluğunu bizden yaparlardı. Niye? Türkiye'yi dost olarak gördükleri için… Ancak şimdi ölümün kol gezdiği o yerlere geri dönmelerini istiyoruz. Suriyeli dostlarımıza elimizden geleni yapmak zorundayız. Biz aynı durumda olsaydık ve oraya gitseydik eminim ki Suriyeliler de bize aynı muameleyi gösterilerdi.”
Shereef: “Ülkenize olan sevginize hayranız”
Günün son oturumunda ise Suriyeli gazeteciler Ali Mohammed Shereef, Elham Esmail Hakkı ve Subhi Dusouki,
“Suriyeli Gazetecilerin Gözünden Mülteciler” başlığı altında konuşmalar yaptılar. Konuşmasında yaşadıkları ve içinde bulundukları durumu anlatan Ali Mohammed Shereef, “Medya çalışanları olarak çok önemli ve çok büyük bir görev yerine getirmekteyiz. Medya her zaman geleceğin şekillenmesinde büyük bir söz sahibi. Gerçeğin insanlara aktarılması büyük bir sorumluluktur. Biz her zaman sizin sevginize, bize karşı davranış biçiminize ve sizin kendi ülkenize olan sevginize hayranız. Keşke biz de kendi ülkemizde işlerimizi yapabilseydik, keşke bizim de böyle bir hükümetimiz olsaydı. Ama ne yazık ki böyle oldu” şeklinde konuştu.
Medya ve Mülteciler Basın Buluşmaları’nın üçüncü hafta programı yarın gerçekleşecek bir oturum ve değerlendirme konuşmasıyla devam edecek.