Antalya’da güzel rüzgârlı bir akşamda; denizin kenarında, doğanın güzel kokusunu hissettiren yemyeşil çimlerin üzerinde, mavi gökyüzünün yer yer pamuk gibi öbeklenmiş bulutların kanatları altında bir açık hava sinemasından bahsetmek istiyorum.
Antalya Büyükşehir belediyesinin Konyaaltı plajlarında düzenlediği, eskinin açık hava sinemaları tadını veren, özenle hazırlanmış bir ortam. Antalya’da yaşayanları, içinde bulunduğumuz pandemi koşullarına rağmen sanatla buluşturan, zevkli ve aynı zamanda gerekli güvenlik önlemleri alınarak hazırlanmış güzel bir organizasyon bu.
Sosyal mesafe kurallarına uygun olarak düzenlenmiş portatif sandalyeler numaralı ve önceden rezervasyon yapılarak alınıyor. İçeriye girişler sırayla ve kontrollü olarak yapılıyor, görevliler tarafından ateş ölçülerek.
Tabi ki herkes maskeli olarak alınıyor. Yapılan anonslarla güvenlik uyarıları hatırlatılıyor. Sandalyelerin üzerinde bırakılan küçük sularda güzel bir jest olmuş bence.
Film izlemeyle bütünleşmiş olan patlamış mısırlarda unutulmamış bu arada…girişteki büfelerde mis gibi kokusuyla albeni yaratarak cazibe oluşturmuşlar. Maskelerini çıkararak yemeyi göze alanların patlamış mısır kutuları ellerindeydi.
Yani özetle, insanın içine sinerek güvenle gidebileceği hoş bir ortam oluşturulmuş.
Haftanın belli günlerinde çeşitli filmler gösteriliyor. Bizim seçtiğimiz film “Merhaba güzel vatanım” idi. Dram ve biyografik tarzında. Yönetmen: Cengiz Özkarabekir. 2019 -yapımı.
İzlemiş olanlar bilirler, filmin konusu Nazım Hikmet ve Ahmet Ümit’in gerçek hayat hikayelerinden uyarlanmış. Nazım Hikmet’in Moskova’ya uzanan yolculuğunun akışı, Ahmet Ümit’in 1980’li yıllarda Moskova’ya gidişi üzerine harmanlanarak anlatılmış. Filmde Nazım Hikmet ve Ahmet Ümit’in yaşadıkları dönemin siyasi olaylarının akışında edebi kişiliklerinin nasıl oluştuğunu da izliyorsunuz.
Filmin yorumları herkese göre değişebilir tabi ki benim için anlamlı bir filmdi. Kendi ülkemizin ve dünyanın içinden geçtiği bir dönemi anlatan, hatırlatan. O dönemin gerçekleri ve acılarıyla tekrar buluşturan. En çok etkilendiğim sahnelerden biri de Ahmet Ümit’in geçtiği sıkıntılı aşamalardan sonra yazar olmaya karar verdiği an. Sonra Nazım Hikmetin bitmek bilmeyen yaşam aşkı, kendi savunduğu gerçeklerden hiçbir koşulda ödün vermemesi (yaşamı pahasına), başkasına benliksiz yardım etme arzusu. Filmin sonunda ki görüşlerde etkileyiciydi. Şöyle ki; Sanat ve sanatçıların gücünün siyasetten üstünde olması. Tarihinde bunu açığa çıkardığı gibi.
Sanatın ve insan olmanın gücünü hissettiğim andı bunlar.
Özetle; yaşamaya, insana ve aydınlık yarınlara gönül vermiş insanların hikayesiydi…
Açık havada beyaz perdede güzel rüzgârlı bir akşamda izlediğim.
Emeği geçenlere, bu ortamı yaratanlara sonsuz teşekkürlerle.