Milliyetçi Hareket Partisi İzmir Milletvekili Prof. Dr. Hasan Kalyoncu gündeme ilişkin bir basın açıklaması yaptı. Kalyoncu yaptığı açıklamada şunları söyledi;
"Çocukları PKK tarafından kaçırılan anneler, Diyarbakır’da HDP il başkanlığı önünde oturma eylemi yapıyorlar.
Olay bu. Herkes kendi meşrebine uygun değerlendirmeler yapıyor. Kimisi bunları devlet görevlileri yönlendirdi derken, kimisi kaçırılan çocukların bir partiden değil de devletten istenmesi gerektiğini söylüyor.
Evlat yitirmiş anneler, terör örgütüne giden yolun HDP’den geçtiğini bildiklerinden, kaçırılan çocuklarının geri verilmesini de aynı kapıda bekliyorlar.
HDP’nin terör örgütüne terörist diyemediğini, PKK’nın yönlendirmesi olmadan adım atamadığını ve eşbaşkanlık sisteminin legal görünümlü yapıda doğrudan doğruya illegal unsurun temsilcilerine yer vermek amacıyla icat edildiğini aslında herkes biliyor.
Bize göre asıl mesele şudur: Evladı PKK tarafından kaçırılan annelerin buna başkaldırmaları ve bu isyanı HDP il başkanlığının önünde sergilemeleridir. Acı dolu anneler ne oldu da, şimdi evlatlarını cinayet şebekesinden kurtarma girişimi için cesaret buldular? Bu sorunun cevabı, aslında ülkemizde 1984 yılından beri devam eden kanlı olayların adını doğru koymamıza ve çareyi gecikmeden uygulamamıza rehberlik edecektir.
Türkiye Cumhuriyeti devleti, en son pençe harekâtları ile teröristin varlığını imha noktasına yaklaşmış ve sıradan bir anne bile terör örgütünün uyguladığı şiddet ve tehditten güç alan legal veya illegal bütün yapılar karşısında haykırabilecek kadar güçlenmiştir. Silah, şiddet ve cinayet ile var olan örgütün gücü kırılınca, onun baskısıyla susturulan, kan kusturulan ve boyun eğdirilen insanımız, gerçekleri haykırabilecek kadar güçlü oluyor. Yani devlet güçlü ve insanından yana durunca, tehditten bağımsızlaşan insanım bir vatandaş olarak hakkını ve evladını aramaya yönelebiliyor.
Diyarbakır’da çocukları PKK tarafından kaçırılan annelerin, HDP’den evlatlarını istemesi bu iki yapı arasındaki aynılık veya organik bağın biliniyor olmasındandır. Şiddet tehdidinden kurtulan bir kadın, özgür bir vatandaş olmanın güvenciyle “batsın Kürdistan davanız” diyebiliyor.
Türk Milliyetçileri olarak Türkiye’nin doğu ve güneydoğusunda yaşanan sorunun “Kürt Sorunu” olmadığını ilk günden beri söylemekteyiz ve söylemeye devam ediyoruz. Şimdi evladı PKK tarafından kaçırılan bir anne aynı şeyi söylüyor. Bu annenin feryadından anlaşılması gereken tam da budur: Sorun etnik bir sebepten kaynaklanmıyor. Mesele sadece bir şiddet sarmalına mahkûm edilmiş insanımızın çaresiz bırakılması ve onun bu çaresizliğini kendisine güya sosyal taban haline getiren terör örgütünün varlığı ve eylemleridir.
Devlet, terörist yapıyı yurt içinde veya yurtdışında ezdikçe, PKK tarafından ezilen vatandaşlarımız bağımsızlaşıyor.
Ne hikmetse, Devlet pençesini teröristin kafasına indirdikçe her biri kendi köşesinden fırlayıp çıkan terör seviciler ses vermeye başlıyor. Diyarbakır’daki annenin dediği gibi, “Batsın sizin insaniyetiniz”!
Terör örgütlerinin yönlendirmesi ile ormanlarımızı koruma nöbeti tutanlar, PKK tarafından üstlenilen orman yangınlarından sonra suspus oluveriyor. Bu suskunluk hayırlı bir hal değildir. Haine “hain” demeden, katile “katil” demeden ve bebeklere varıncaya kadar öldürmekten kaçınmayan bir şebekeye “terörist” demeden Türkiye’nin üstünde oynanan oyunları bozup atamayız.
Hükümet edenler, yakın geçmişte açılım politikalarıyla yaptıkları hatanın farkına varmışlarken, bugün yürütülen doğru mücadeleye destek olmamız yadırganıyor.
Hükümet edenlerin orman yangınına müdahalede zafiyete düşmeleri, ormanları yaktığını ilan eden PKK’nın yaptıklarını örtmekte kullanılıyor. Milli varlığımızın güzide mücevherleri olan ormanlarımızı teröristler yaktı dememiz, yadırganıyor.
Bütün annelerin acısını içimizde duyuyoruz, feryatları gerçektir. Terör seviciler nedense, sadece teröristin annesinin acısına ortak olmaya teşne ve “bir şehit annesinin derdine hiç kulak verdiniz mi?” diye sorup ikaz etmemiz, yadırganıyor.
Terör örgütünün güdümünde bulunan bazı belediye başkanları görevden el çektirilince, halkın iradesi gasp edildi diyenlere sesleniyoruz: “Terörist örgüt tarafından insanımın iradesi gasp edilirken niye itiraz etmediniz?”. Bunu dediğimizde yadırganıyor.
Milliyetçi Hareket olarak her zemin ve her konumda, Türkiye’nin bölünmez bütünlüğü ve Türk Milletinin parçalanmaz kardeşliğine vurgu yapmaya devam edeceğiz. Terör seviciler, varsın eli silahlı bölücünün düşünce özgürlüğü zırhı hazırlasınlar, biz vatandaşımızın hayat hakkı diyeceğiz.
Çünkü Türk milletinin ne vazgeçilecek bir tek ferdi vardır, ne de gözden çıkarılacak bir çakıl taşı. Bunu içeride terör seviciler, dışarıda PKK ve destekçisi küresel güçler er ya da geç anlayacaklar. Anlamazlarsa, kendisini olası felaketlerden korumak için Türkiye Cumhuriyeti gereken her türlü tedbiri alacaktır. Devlet erkini kullanan kadrolar, Türk milletinin birliği ve devletimizin bekası için doğru işler yaptığı sürece, Türk milliyetçilerinin her türlü desteğini yanlarında bulacaktır.
AKP içerisinde kaynatılan yeni oluşum kazanları da, ipleri dışarıdaki unsurların organize hareketi olarak değerlendirilmeli ve iktidarın bugün millet ve devlet menfaatine tavır takındığının kanıtı sayılmalıdır. Geçmişte karşılıklı söylenmiş sözlerden ve yapılmış eylemlerden hareketle Cumhur İttifakını tartışma masasına getirmek isteyenlerin muradı, beka davamızın devlet politikalarına yansımasını engellemektir. Sayın Genel Başkanımızın açıkça belirttiği bir hususun altını çizmek yerinde olacaktır. Dün yaptığımız itirazlar hakkında düşüncelerimiz aynıdır. O gün itiraz ettiğimiz yanlış yollara kim yönelirse, göreceği şey Milliyetçi Ülkücü Hareketin bu yanlışlara karşı dimdik ve inançlı duruşu olacaktır.
Bizim gelişen olaylara bakışımız budur.
Liderimiz Devlet Bahçeli’nin de ifade ettiği gibi, “demokrasi terörün saklanacağı kılıf olamayacaktır”. HDP’nin, silah tehdidiyle topladığı oylar ve terörist devşirme kanalı rolü bir annenin feryadıyla deşifre olmuştur. Bundan sonrasında ve daima hukuk işlemelidir. "