MÜLTECİ GERÇEĞİ

Suat Bıçak

Afganlar, Suriyeliler ve daha birçok değişik ülkelerden gelen insanlar. Kim bunlar nasıl bu kadar rahat ülkemize girip her sektörde bu kadar çabuk iş bulabiliyorlar. Her gün sosyal medyadan sınırı geçen Afganlı ve Suriyeli videosu izliyoruz vahim bir şekilde. İyisiyle kötüsüyle aklımdaki mülteci sorununu bugün sizlerle paylaşmak istiyorum.

Yukarıdaki görüntü son zamanlarda sosyal medyada gördüğüm en ürkütücü görüntülerden biri. Yaşları 18 ile 25 arasında değişen bir çok mülteci hangi şehir olduğunu henüz bilmediğim ülkemin dar sokaklarında koşarak uzaklaşıyorlar. Kimden kaçtıkları malum. Ancak bu kadar kalabalık bir halde neden kimsenin dikkatini çekmiyor, asıl merak ettiğim konu bu. Buna nasıl göz yumuyoruz anlamak mümkün değil. Bu gruplar daha sonra farklı illere mikroorganizmalar gibi küçülerek dağılıyorlar. Ve kısa sürede bir iş bulup hayatlarına devam ediyorlar.

Buraya kadar her şey yetkililerin inisiyatifinde ancak buradan sonra bizim kararlarımız geçerli. Vereceğimiz kararlarla ya bu sorunu biz tetikleyeceğiz yada azalması için bir adım atmış olacağız. Şöyle ki; Ülkemizde inşaat sektöründe yada atıl işlerde kendi işçimiz nedense ya çalışmak istemiyor yada ücretlerinin az olduğundan şikayet ediyorlar. Belki sizler yaşadığınız yerlerde denk gelmemiş olabilirsiniz ama ben her sabah sokaklarda arkasında büyük bir yük arabası ile plastik yada kağıt atık toplayan dillerini bilmediğim insanlar görüyorum. Durum böyle olunca binlerce mülteci potansiyel iş gücü olarak karşımıza çıkıyor. Zaten bir tutam ekmeğe muhtaç bir haldeler.Verilecek her türlü ücrete razı bir durumdalar. Normal bir işçinin inşaatta günlüğü 170 tl.dir. Ancak bunun yarı fiyatına hatta daha verimli bir şekilde çalışacak mülteciyi çalıştırmanız mümkün. Kapitalizm bizi ucuz iş gücüne doğru sürüklüyor istemeye istemeye.

Gelelim madalyonun diğer yüzüne. Ben bir fabrika işletmiyorum yada emrimde bir çok işçi yok. Empati yaptığımda böyle bir tablonun karşısında nasıl davranırdım, bunun cevabı çok gerçekçi olmazdı sanırım. Birde yıllar önce avrupaya göç eden babalarımızın durumu ile şimdiki mültecileri karşılaştırıyorum. Dıştan bakıldığında her iki göçün sebebi aynı. Ancak göç alan ülkelerin tutumu burada farkı ortaya koyuyor. Örneğin Almanya iş gücünü kendi talep etti ve istediğinden biraz fazlasını ülkesine kabul etti. Fazlalıkta yasa dışı giriş yapan kısım. Gelelim günümüz Türkiyesine. Sınırdan geçenleri kim kontrol ediyor? Yada bizim bir iş gücü talebimiz oldu da biz kendi kendimize mi yetmedik? Yada cevabını bizim bile bilmediğimiz başka cevaplar mı var. Gelen her mülteci sadece aç karnını doyurmak için mi geliyor. Gelirken ceplerinden getirdiklerini kim kontrol ediyor. Kaç tanesinin aklında masum fikirler var. Bilinmeyen bir derinlik çık işin içinden çıkabilirsen.

Birde parası olan zengin mülteciler var. Tarifeli seferlerin lüks kısmında ülkeye girenler. Bunlar için durum daha kolay bizim içinse bir o kadar çaresiz. Birkaç örnekle anlatayım. Yabancı dövizi elinde fazla olan ve genelde arap olan bu yasal mülteciler ülkemizin en güzel yerlerinde yüksek sesle bağıra çağıra hayatlarını sürdürme potansiyeline sahip ne yazık ki! Burada iş yine bizlere düşüyor. 100 bin liraya satamadığınız evleri arsaları Araplara 100 bin dolara satmaktan vazgeçin. Bunu latife olsun diye söylemiyorum. Bu tamamen yaşadığım bir gerçek. 500 bin Türk lirası olan bir villa bundan iki yıl önce 500 bin dolara bir araba satıldı maalesef. Bunun gibi bir çok örneğin olduğunun farkındayım. Eğer toprağımızı, evimizi işyerimizi satmaya devam edersek Filistin gibi kafamızı taşlara vursak ta çare olmaz unutmayın. Satmayın kiralamayın. Unutmayın problem sizin probleminiz değil. Eğer vicdanınız rahatlayacaksa doğudaki köy okullarında hala kütüphanesi olmayan gençlere kitap bağışlayın. 20 yaşında genç bir mültecinin karnını doyurmak sizin sorumluluğunuzda değil.

Her ne olursa olsun. Her ne sebeple gelirlerse gelsinler, hiçbir mülteciyi ülkemde barındırmak gibi bir niyetim yok. Eğer ülkende savaş varsa sende o savaşın bir parçası olmak zorundasın. Kendi ülkesi için savaşmayan bir Afganlının yada bir Suriyelinin bana hiçbir faydası yok. Vicdan olarak içimizin sızladığı bir gerçek ama bu devletlerin çözebileceği bir uluslararası sorun. Fakat biz toplum olarak ne kadar çok onlara yaşam alanı tanırsak bir o kadar fazlası iltica edecektir. Bunu unutmayalım. Yoksa Ölüdeniz’de, Mimoza Koyunda, Kız Kalesinde nargilesi ile siz rahatsız edecek bir çok mülteci sahilinizi paylaşmak zorunda kalabilirsini.
Her insanın yaşamaya hakkı var, ama benim yaşam alanım bana ait. Coğrafya kaderdir ve kaderinize müdahale etmeyin. Mutlu bir Türkiye İçin,
Her zamankinden daha fazla
Çok Gezin, Çok Okuyun ve Çok Sorun…