"Sahnede kendimi bir dinin aracısı, elçisi olarak görüyorum. Görevim aktarmak... Sanki benim şarkılarım bir çiçek ve ben onları söylerken yani çiçeklerimi; beni dinleyenlere sunuyorum kendi ellerimle... O an gerçekten gökyüzü ve doğayla bütünleşirim. Her şarkı okuyuşumda o şarkıya görünür ve bürünürüm; o şarkı olurum." Bu sözler genç yaşına rağmen tarzının Türkiye'deki en iyi temsilcilerinden olan Gizem Memişoğlu'na ait.
İnsanı resmi tavırlardan anında uzaklaştıran bir mütevazılık ve dinlerken de Karadeniz'in yeşiline, mavisine götürecek kadar maharetli bir sese sahip. Hedefi belli... Bozlak deyince akla Neşet Ertaş, Reggae denince Bob Marley, Jazz denince Louis Armstrong'un akla gelen ilk isimler olduğu tüm müzik otoritelerince su götürmez bir gerçek. Gizem Memişoğlu da ''Folk müzik'' dendiğinde akla gelen isim olmayı hedefliyor. Böylesine egodan uzak ve hayallerine sımsıkı sarılan, dünyaya müzik yapmaya ve insanlara sunmaya gelen birisinin bu hayalleri gerçekleştirme olasılığı da elbette ki yüksek bir ihtimal... Lazca'da ''denizin kızı'' anlamına gelen ''Zoğaşi Bozo'' tam da ona uygun bir tanımlama... İşte Gizem Memişoğlu ile gerçekleştirdiğimiz söyleşi...
- Bir çok insan O Ses Türkiye yarışmasında ilk kez duydu adını. Şaka bir yana mütevazı olmaya da gerek yok; müzikten biraz olsun anlayan insanlar da sonra merak etmiştir kim bu Gizem Memişoğlu diye... Sahi, kimdir Gizem Memişoğlu?
Gizem Memişoğlu aslen Karadenizli, Artvin'in Hopa ilçesine kökleri dayanan, 1991 İstanbul doğumludur. Folk müzik icra ederim ve sazım da kabak kemanedir. Gürcü sazı olarak bilinen Panduri de çalarım. Kendimi bildim bileli bile değil; daha öncesinden beridir müzikle iç içeyim. Hayvansever ve özellikle kedi hastasıyımdır.
-Peki nasıl başladı müzik yolculuğu? Aileden gelen bir özellik ya da heves midir? İlk adımları nasıl attın?
Babaannem ud çalardı ve sanat müziği ile ilgilenirdi. Profesyonel anlamda olmasa da ailecek meşk etmeyi severiz. Rahmetli babamın müziğe oldukça ilgisi vardı ve halk oyunları öğretmenliği yapardı. Sonra anneannemin ağıtları... Bir derneğimiz vardı Kaçkar Derneği diye. Burada ve Hopa'da sürekli bir sanatsal etkinliğin içindedir zaten insanlar. Sonra ben 3 yaşımdayken bir taverna işletmeye başlamış annem ve babam. Hakan Altun, Ercan Saatçi, Elif Karlı ve Aykut'un sahne aldığı tavernamızda o yaşlarda altyapıyı kaptım diyebilirim. Müzikli o mekanda büyüdüm. Ve masalarda henüz 3 yaşındayken şarkı söylemeye başlıyorum o sıralarda. Sonra 11 yaşımda babamı kaybettim. Adeta savaş ortasında komutanımı, kahramanımı kaybettim. Babam benim ''Süpermenim''di. Babamın bana hep öğütleri vardı ve o öğütler kamçılardı hep beni. "Ne olursa olsun kendi benliğinden ödün verme" derdi bana. Bu benim hep aklımda kaldı ve hayatımın geri kalanını bu öğütle şekillendirdim. O süreçten sonra hep yakınlarımın ölümleriyle sarsıldım. Bunlar beni sürekli tetikledi ve kendi ayaklarım üzerinde hep doğru bildiğim yollarda ilerledim. Sağlık okumamı istiyordu ailem başta. Lisede istemediğim bir bölümde okudum. Ama ben dünyaya geliş sebebimin müzik yapmak olduğunu düşünüyordum. Savaşı, barışı her şeyi müzikle anlatabilirim. Her şeyi ifade eden bir araçtır müzik. Lisede okulun türkücüsüydüm. Sonra müzik hocam beni TOBAV (Türkiye Opera Bale Çalışanları Vakfı) ile tanıştırdı. Sanat merkezinde çalıştım; TOBAV'a gidiş masraflarımı karşılamak için. Yine gidiş geliş masraflarını karşılamak için arkadaşlarla Konak Saat Kulesi'nin orada sokak müzisyenliği yapmıştık. O gün kazandığımız 60 liranın keyfini anlatamam.
-Eğitim anlamında usta bir altyapıya sahip olduğun müzikten anlayan insanların da ortak fikridir eminim. Müzik eğitiminden de biraz bahseder misin?
Müzik hayatımın en önemli dönüm noktalarından birisi de TOBAV'dır benim için. Burada çok değerli ustalardan, müzik açısından donanımlı kişilerden dersler aldım. Benimle deneyimlerini paylaştılar. Oraya sabah giderdim geceye kadar kalırdım. Sonra konservatuarların yetenek sınavlarına girdim. Hayalim olan Ege Üniversitesi Konservatuarı'nı kazandım. Burada bambaşka bir serüvene girdim. Şimdi dördüncü ve son senemdeyim. Burada formasyonumu da almış bulunuyorum.
-Peki gelelim yarışmaya. Nasıl bir serüvendi 'O Ses Türkiye' macerası?
Konservatuardan arkadaşım videolu başvuru yapmış tabi bundan benim haberim yok. Başvuru kabul olduktan sonra Acun Medya'dan bir telefon geldi ama ben bunu şaka zannediyorum. Kuzenlerim beni telefonda işletiyolarmış sandım açıkçası. Daha sonra baktım ki gerçek... Katıldım yarışmaya ve Cilveloy eserini seslendirdim. Athena Gökhan ve Hakan'ın takımına dahil oldum. 6 kişilik eleme turunda birinci olup bir üst tura çıktım. Yarışmanın son elemelerine kadar geldim ve finale bir hafta kala üçlü düelloda elendim. Gökhan ve Hakan Özoğuz elendiğime üzülerek elediler beni ve bu hayallerimi gerçekleştirmede izleyeceğim projelerde bana yardımcı olacaklarının sözünü verdiler. Orada ben bir anlamda kendimi aşmıştım. İlk kez kulaklıklı mikrofon kullandım ve kolay da adapte oldum. Güzel bir serüvendi ve beni bu müzik yolculuğumda kamçılayan bir hatıraydı diyebilirim.
-Peki Gizem Memişoğlu'nun hedefi, hayalleri nelerdir?
Bir kere gelip geçici olmak istemiyorum. Gerçek sanatçı normlarına uygun, Gizem Memişoğlu olarak müziğimi icra etmek ve kalıcı olmak istiyorum. Aradan biraz zaman geçtikten sonra, gerçek bir usta olduktan sonra ''Müjdat Gezen Sanat Okulu'' gibi bir okul açıp orada benim gibi maddi açıdan durumu yetersiz olan öğrencilere eğitim vermek istiyorum. Dev bir sanat okulum olsun ve orada öğrencilerime ücretsiz olarak ders verebileyim... En önemli hayalim de kendi tarzımı dünya çapında bir tarz olarak duyurmak... Yaptığım müzik hangi dilden okunursa okunsun herkese aynı duyguları paylaştırsın. Tıpkı pop gibi, rock gibi, jazz gibi folk müzik de dünya çapında duyulsun ve geniş kitlelerce icra edilsin dinlensin istiyorum. Bunu yaparken de bu müziğin en önemli temsilcisi olmak istiyorum. Tabi ki bu yolun henüz çok başındayım ama bu hayal doğrultusunda disiplinli çalışmalarıma devam ediyorum.
Bu keyifli sohbet için sevgili Gizem Memişoğlu'na bir kez de buradan teşekkür etmek istedim. Sanatın; özellikle ses sanatının başarı ölçütü bilindiği üzere artık niceliksel olarak ölçülüyor. Ama yine de bu coğrafya bize Gizem Memişoğlu gibi nitelikli bir sesi armağan edebiliyor. Sesi kadar gelecek planları da fikrimce onu diğerlerinden farklı kılan özelliklerden birisi. Çok para kazanmak gibi bir hayali yok. Kaldı ki kazansa da bunu sanat okuluna harcayacak; orada sanatçı yetiştirmek için harcayacak. "Sahnede bir dinin aracısı elçisi olarak hissediyorum kendimi. Görevim aktarmak. Kendimi betimlerken sanki benim ellerimde çiçekler var ve ben onları şarkı yoluyla insanlara sunuyorum. O an gerçekten doğa ve gökyüzüyle bütünleşiyorum. Şarkıları söylerken o şarkının hikayesi oluyorum; o şarkıya bürünüyorum" diyor Gizem Memişoğlu. Bir dervişle aynı yolun yolcusu olmalıdır sanatçı. Bu sözleriyle de bunu net bir şekilde ispatlamıştır Gizem Memişoğlu. Kendisine iyi dileklerimizi sunar ve bu yolda karşılaşacağı her zorlukta kolaylıklar dileriz. Başarılar seninle olsun.
Röportaj: Ali İhsan ÇİFTÇİ