Nikah önce göklerde kıyılır baylar.
Eğer gökte kıyılmazsa, yeryüzünde ister mum gibi yan, ister Tur gibi nâra dön asla olmaz o iş.
Fakat göklerde kıyılmışsa nikahın;
İster yerin yedi kat dibinde ol,
İster yerin yedi kat üstünde, kaçarın yoktur.
Nuri Pakdil
Hücrem çok tenha. Ortalık çok sessizdi, kapatıp gözlerimi her zaman yaptığım gibi o günü düşündüm. Yoktu gidecek bir yerim. Sığındığım limanda boğulacağımı bilmeden, koşar adımlarla gidiyordum. Yüreğimde hiç tereddüt yoktu, içim rahattı; kapıyı açtığında. Gülen gözlerle karşılarken beni, öylece dalıp gitmiştik bakışlarımızda. Hâlâ dün gibi aklımda o bakışlar. Her şeyi dışarıda bırakıp kapattık kapıyı. Uzunca bir süre sarıldık birbirimize. "Gelerek ne iyi ettin. " diye fısıldarken kulağıma, tenime değen nefesinin sıcaklığı hâlâ ısıtıyor beni. Onca zaman geçmesine rağmen hâlâ hissedebiliyorum.
Önce kolidordan geçip mutfağa girdik. " Aç mısın? Açsındır! Hemen bir şeyler hazılayayım sana. " diyerek buzdolabını açıp domatesleri içinden alıp, özenle kesip, yanında da dilimlediği ekmeklerin tadını hiç unutamam. En sıradan yiyeceğin bana hissettirdiği bu unutulmaz tad, Yusuf'un elinden olduğu içindi ve başlayacağımız yeni hayatımızın ilk yemeğiydi.
Mutfaktaki masanın kenarında ki sandalyeleri açıp, oturup, uzun uzun onu seyretmiştim. Sanki biraz sonra yaşanacakları hissetmiş gibi. Yemeğin yanında dolaptan çıkartıp, sevdiğimi bildiğin vişne suyunu da bardağa koyup masaya bıraktı. " Hadi bir an önce ye. " derken yanımdaki sandalyeye oturdu. İkimizde o kadar heyecanlıydık ki bacaklarımızın titremesi masayı sallıyordu. Bir süre sonra duruma güldük. Büyük bir cesaretti bu yaptığımız. Ailelerimiz ne kadar karşı çıksa da aşkımız galip geldi. İkimizde ayrılığı göze alamadık. Ailemle yaptığım son konuşmada fayda etmeyince çaremiz kalmamıştı; kaçmaktan başka. Yusuf her şeyi hazırlamıştı; sabah erkenden kalkıp ayarladığı yere gidecektik. Yanımızda bizi bir süre idare edecek para da hazırdı. Ortalık durulunca geri gelecektik. Hayallerimizde bir kızımız olurdu; gözleri bana benzeyen.
Yemeğim bittikten sonra odaya geçtik. Oda bir hayli karışıktı. Kaçtığım belli olmasın evden çıkarken yanıma hiçbir şey getirmemiştim, daha önceden buraya anlaşılmasın diye parça parça getirdiğim eşyalarımı yanıma alacaktım. Benim valizim hazırdı, onunkini de hazırlamaya başladık. Yatağın üzerinde ki dağınık kıyafetleri katlayıp valize yerleştirmeye başlamıştım. O da yerlere saçılan eşyaları ayıklayıp, götürmeyeceklerini dolaba gelişi güzel koyuyordu. İkimizde hiç konuşmuyorduk hem tedirgin, hem de çok mutluyduk. Her şeyi planlamıştık, bir şey haricinde; alt komşusu olan " Aysel! " yusuf'a olan saplantısını hiç hesaba katmamıştık.
Kaçacağımızı anlayan Aysel; ailesini binbir yalanla doldurup, abisini bize karşı bilediğini hiç düşünemedik. Hazırlıklarımızı yaparken çalan kapıyla irkildik ikimizde. Önce açıp açmamakta çok tereddüt etmiştik ama dürbünden baktığımızda kapıyı çalanın alt komşusu Ömer olduğunu görünce açtık. İkimizi gören Ömer anlamadığımız bir şekilde bize bağırırken, öylece kalakaldık. Konunun Aysel olduğunu ve Yusuf'un ona tecavüz ettiği yalanını duyunca ne yapacağımızı şaşırmıştık. Nasıl olurdu bu? İkimizin de Aysel'in saplantısından heberimiz olduğu için, olayı anlatmak istesekte öfkeden gözü dönen Ömer bizi dinlemiyordu bile. Hâlâ o anı tam hatırlayamıyorum, herşey o kadar hızlı gelişti ki tek hatırladığım; Yusuf'un yere yığılış anıydı. Ömer belinde gizlediği bıçağı birden çıkartıp Yusuf'a saplamıştı o ise bana " dönüp sakın üzülme " diye mırıldanmaya çalışıyordu. Ölürken bile beni düşünuyordu. Ben hâlâ olayın şokunda, Yusuf'a bakarken birden gözlerimin karardığını fark ettim. Başıma aldığım darbeyle bayılmışım baş ucunda.
Gözlerimi açtığımda ev çok kalabalıktı. Komşular kapıya doluşmuş ifade veriyorlardı. Yusuf'u da sedyeye yerleştirip, yüzünü kapatıp götürüyorlardı. Şaşkındım, kalbim sıkışıyordu her şey kabus gibiydi. Olayın gerçekliğini sorgularken beynimde, bir polisin sakın kıpırdama derken kollarımdan çekiştirip, ellerime kelepçe takması aynı an da olmuşu. Ne oluyor demeye kalmadan, oturduğum yerden beni kaldırıp evden çıkarttılar. Merdivenlerde Ömer ve Aysel'le karşılaştığımda " Biliyorduk böyle olacağını. Katil. Ne istedin çocuktan? Düşmedin yakasından. " gibi cümleler kurdular. Şaşkınlığım artıyordu. Beynimde milyonlarca soru ile polis arabasına bindirilip, karakola getirildim. İşlemlerim yapıldığı gibi hemen nöbetçi mahkemeye sevk edildim. Olayı duyan ailem zaten kaçtığım içinde arkamda durmadılar. " Bizim öyle kızımız yok! " diyerek, beni sildiler hayatlarından.
Biliyor musunuz? Hiç bir şey umurumda olmadı. Suçsuzluğum; ifadeler ve Ömer'in suç aletini temizlerip ellerime tutturmasıyla kanıtlanamadı. Zaten biz devamlı kavga edermişiz, ben seni daha öncelerde de ölümle tehdit etmişim. Aysel ve Ömer'in ifadeleri; evde çıkan seslere gelmiş olmaları... O kadar çok yalan beyan vardı ama gücüm yoktu kendimi aklamaya. Sonuna kadar sessizliğimi korudum.
Kimsenin umurunda değildi;
Ben Yusuf'umu kaybetmiştim!
Dünyam başıma yıkılmışken, bir de Yusuf'un katili olarak suçlanıyordum. Beyimde çınlayan sesler susmak bilmezken, gözlerimde bir tek onun sureti vardı; bana kapıyı açış anı. Keşke tekrar dönebilsek o ana. Bundan sonra çıktığım bir kaç mahkeme sonucunda cezam kesinleşmişti. Onlar bilmiyorlar ama aslında ödüldü bu ceza bana. Ben ayrılığın bile aramıza girmesini kaldıramazken, ölümün bizi ayırması, onca hayali kapkara bir kefene sarıp Yusuf'un yanına gömmek çok ağırdı. Üzgünüm! Bir kere bile gidemedim ziyaretine ama eminim bir yerlerde beni görüyordu, izin vermediklerini biliyordu.
Gözlerimin önünden Yusuf, kalbimin içinden de sevgisi geçerkenz kapının açılmasıyla irkildi herkes. " Sevda, hazılan gidiyoruz. " denildi. Ayağa kalkıp herkesle teker teker vedalaşırken " Ağlamayın, ben aşkıma gidiyorum. " diyebildim sadece. Uzun kolidordan geçerken yine kapattım gözlerimi. Derin derin çektim içime çiçek kokularını, kollarımda bilezikler iki yanımda nedimelerimle gidiyordum ona. Başımda onun elleriyle yaptığı papatyalardan tacımla, yüzümdeki tebessümümle... Tam hayalimizdeki gibi kır düğünümüze giden yoldaydım.
Kolidor bitiminde bir odaya soktular beni. Ama hâlâ o çiçek kokularını duyabiliyordum. Oda bomboştu ortadaki tabure ve üstündeki tavanda asılı duran urgandan başka hiçbir şey yoktu. " Çık "dediler bana tabureyi göstererek. Usul usul attım adımlarımı; bir gelin edasıyla salınarak ve çıktım önümde nikah masasına. " Son arzun nedir? " diye sordular. Karşımda duruyordun o an. Üzerinde bembeyaz damatlığınla bana gülümsüyordun, bir elin havada " gel " diyordun. " Beni Yusuf'umun yanına gömün " dedim. Başka dediler.
"Evetttt" diye bağırdım.
Bağırmamla beraber vurdular sandalyeme. Sevinmiştim; uzatmadıkları için kavuşmamızı. Tavanda sallanırken bedenim yavaş yavaş, uzattığı ele doğru yükselip, tuttum ellerini Yusuf'umun.
Kıymıştık nikamızı,
Artık yoktu aramızda ölümün bir ağırlığı.