“Ben çocuğum, tabi oyun oynayacağım; işim bu.”
Yukarıda yer alan cümle kaleme aldığım “Bir Tuhaf Zaman Macerası” isimli bir çocuk oyunundan küçük bir alıntı. Bu alıntının sebebi çocuğumuz için oyunun ne kadar önemli ve ne kadar ciddi bir eylem olduğunun biz yetişkinler tarafından çoğu zaman unutuluyor olması. Oyun denince aklımıza ne yazık ki çoğu zaman çocuğumuzun “boşa geçirdiği anlar”, bağırtı, gürültü, yaramazlık…gibi kavramlar geliyor. Peki ya bu “boşa geçen” anlar yerine ne yapmalı çocuğumuz? Daha “dolu” geçirmeli değil mi zamanını?
Oysa oyun belki de gerçek hayat ile aramızdaki en dolu kişisel zamandır. Hem bizim için, hem çocuğumuz için. Bir tiyatro yönetmeni ve yaratıcı drama eğitmeni olarak dile getirebilirim ki; tiyatro ve drama kavramlarının en ortak başlığı şüphesiz “oyun” olmuştur. Gerek tiyatro ile gerekse drama ile ilgili yazılan neredeyse tüm kuram kitaplarının ortak anlatım yolu veya dili oyundan geçmiştir. Hem tiyatronun hem de dramanın temelidir oyun. Yani sadece sanat boyutu ile bakacak olursak dahi “dopdolu” bir zamandır “oyun”!
Bebeklikte anne, baba, kardeş veya bakıcı ile başlayan oyun maceramız 2-4 yaş aralığında yeni “oyuncuların” yani gerek yaşıtı(mız) diğer çocukların, gerekse diğer yetişkinlerin katılımıyla sosyal bir sürece dönüşmeye başlar. Oyun sosyal olarak bizleri, yani bireyleri bir araya getirir. Oyunun doğasında var olan bu bağlayıcı, etkileyici ve tetikleyici güç; çocuğun ve bireyin zihinsel gelişimini, tatmin duygusunu besler. İster evde, ister sınıfta, ister özgür bir dış ortamda olsun, oyun öğrenmenin bir yolu, çocuğun kendini ifade etmesinin bir biçimi, iyileştirici bir araç, bir sosyalleşme yöntemidir. Yaşıtları ile gerçekleştirdiği oyun aktivitesi ile çocuk sorumluluk duygusu kazanmayı, grup kararlarına saygı duymayı, birlikte çalışmayı öğrenir. Yeni hayatlar tanıma ve gözlemleme olanağı bulur. Böylelikle daha önce fark etmediği ya da görmediği alanları keşfeder, yeni ilgi alanları ile tanışır. Bu keşifler onun araştırma ruhunu besler. Yani göründüğünün aksine son derece “ciddi” bir eylemdir oyun.
Peki ama neden yazımın başında bahsettiğim gibi bir çoğumuza “boş” bir zaman gibi geliyor oyun? Ne oldu da unuttuk oyun oynamayı?
Biz, yani yetişkin bireyler, büyüdükçe değişiriz. Olaylara bakışımız, zevklerimiz, yargılarımız değişir. Bizim gibi, biz büyüdükçe oyunlarımız da değişir. Eskiden saklambaç iken en maceralı oyun; büyüdükçe artık haz vermemeye başlar bize eskisi gibi. Yerini tavlaya, kâğıda, bilgisayara ya da “oyunsuzluğa” bırakmaya başlar. Büyümenin en büyük bedeli sorumluluk duygusun artması değil midir? Sorumluluklarımız arttıkça oyunlarımızdaki özgürlük daralmaya başlar. Toplum kuralları artık küçükken olduğundan daha kısıtlayıcıdır. Yani biz büyüdükçe toplumda edindiğimiz “roller”imiz oyundaki “roller”imizi bize unutturmuştur. Ama ne olursa olsun o çocuk ruh; yani oynayan çocuğun ruhu içimizdedir. Yeter ki çağırmayı hatırlayalım, her zaman da orada olacaktır. O yüzden çocuğumuzun ihtiyacı olan bu “ciddi” ve “dolu” zamanı önemseyelim.
“Çocukların oyunu, oyun değil; onların en ciddi uğraşıdır.” Montaigne.