MTÜ Rektörü Prof. Dr. Aysun Bay Karabulut, yaptığı açıklamada, apiterapi konusuna temas etti. Karabulut, “Son yıllarda geleneksel ve tamamlayıcı tıp uygulamalarının (GETAT) bilimsel birikimle daha fazla yoğrularak tıp çalışmalarının bir parçası haline gelmesi noktasında önemli aşamaların kaydedilmesinin öne çıkarıp ilgi merkezi haline getirdiği alanlardan biri de apiterapidir” ifadelerini kullandı.
Tüm dünyada Çin'den sonra en fazla arı kovanına (yaklaşık 8 milyon) sahip ikinci ülke olan Türkiye’nin, dünyadaki tüm ballı bitkiler florasının yüzde 75’ine sahip olup bitki çeşitliliği açısından da yine dünyanın önde gelen coğrafyalarından birinin üzerinde olunduğuna işaret eden Karabulut, “Son yıllarda geleneksel ve tamamlayıcı tıp uygulamalarının (GETAT) bilimsel birikimle daha fazla yoğrularak tıp çalışmalarının bir parçası haline gelmesi noktasında önemli aşamaların kaydedilmesinin öne çıkarıp ilgi merkezi haline getirdiği alanlardan biri de apiterapi.
Latincede "bal arısı" demek olan "apis" kelimesinden türetilen apiterapi, kısaca "bal ürünleri ile tedavi" anlamına geliyor ve başta çiçeklerde bulunmakta olup nektar adı verilen tatlı suyun arının bedenindeki çeşitli salgı ve enzimlerle birleşmesinden oluşan bal olmak üzere bitkilerin üreme organlarının başlıklarında bulunan polen, arılar tarafından bitkilerin yaprak, sap ve tomurcuklarından toplanan antioksidan maddelerden oluşan doğal bir arı ürünü olan propolis, arıların çene üstü bezlerinden salgılanmakta olup polen, bal özü ve arı enzimlerinden oluşan arı sütü, yavru arıların beslenmesinde kullanılmakta olup polenler ile çeşitli salgıların bir araya gelerek mayalanmasından meydana gelen ve arı ekmeği de denilen perga, arıların yaptıkları balları muhafaza etmek için doğrudan kendi salgıları ile ürettikleri arı mumu ve muhtelif enzimler, proteinler ve aminoasitlerden oluşan bir karışım olan arı zehiri gibi arı ürünlerinin destekleyici tedavi ürünleri olarak kullanılmasına tekabül ediyor. Kökleri binlerce yıla dayanan çok eski bir yöntem ve özellikle de ülkemizin arıcılık potansiyeli göz önünde bulundurulacak olursa üzerinde yoğun bir biçimde durulması gerekiyor” dedi.
Kökenleri 16. yüzyıla kadar dayanan modern arıcılık tekniklerinin bugün oldukça ileri seviyelere ulaştığını, buna bağlı olarak apiterapi çalışmalarının da özellikle 20. yüzyıl itibarıyla önemli gelişmeler kaydettiğine parmak basan Karabulut, “Başta Japonya olmak üzere Uzakdoğu'da ve dünyanın birçok gelişmiş ülkesinde oldukça yaygın hale gelen apiterapi merkezlerinde hem konu ile ilgili bilimsel çalışmalar yürütülmekte, hem de arı ürünlerinin insan sağlığı üzerindeki tedavi edici etkileri pratiğe dökülmektedir. Buna karşılık ülkemizde apiterapi konusu oldukça yeni bir alandır.
Sağlık Bakanlığımız tarafından 2014 yılında hazırlanan "Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp Uygulamaları Yönetmeliği"nde yer verilen ve bu şekilde Türkiye'de ilk kez yasal düzenlemelerde kendisine yer bulan apiterapinin ülkemizde daha iyi bir konuma gelmesi gerektiği açıktır. Bunun için gerekli potansiyel fazlasıyla mevcuttur ve doğru bir yol haritası ile Türkiye'nin apiterapi alanında dünyanın önde gelen merkezlerinden birine dönüşmesi mümkün görünmektedir” ifadelerine yer verdi.
Tüm dünyada Çin'den sonra en fazla arı kovanına (yaklaşık 8 milyon) sahip ikinci ülke olan Türkiye’nin, dünyadaki tüm ballı bitkiler florasının yüzde 75’ine sahip olup bitki çeşitliliği açısından da yine dünyanın önde gelen coğrafyalarından birinin üzerinde olduğumuzu vurgulayan Karabulut, daha sonra şunları belirtti:
“Bugün Türkiye Arıcılar Birliği'ne kayıtlı 59.030 üye vardır ve bunlar 7.947.687 kovan ile 114.471 ton bal üretmektedirler. Öte yandan binlerce endemik bitki türünün yetiştiği ve dört mevsim arıcılık yapılmaya müsait iklim koşullarının olduğu ülkemiz, örneğin salgı balı olarak da bilinen çam balının bulunduğu iki ülkeden (diğeri Yunanistan) biridir. Doğu ve Güneydoğu Anadolu ile Karadeniz bölgelerimizin yüksek rakımlı yaylalarında on yıllardır üretilen ve dünyanın dört bir yanından yüksek fiyatlara alıcı da bulan ülkemizdeki bal ve bal ürünleri üretiminin (ki Türkiye şartları açısından son derece yetersiz bir faaliyettir bu) tüm bu olumlu özellikler de göz önünde bulundurularak arttırılması, hem Türkiye'nin apiterapi alanında önemli mesafeler kat etmesini temin edecek hem de Türk ekonomisine güçlü bir katkı zemini oluşturulacaktır.
Türkiye bal üretimi ve apiterapi konusunda sahip olduğu potansiyeli henüz gerçek anlamda kullanabiliyor olmamakla birlikte, son yıllarda bu yönde önemli adımlar atıldığını da belirtmeden geçmemek gerekir. Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, Düzce Üniversitesi ve Bingöl Üniversitesi gibi bazı yükseköğretim kurumlarımızda YÖK'ün bölgesel kalkınma planları çerçevesinde arıcılık ve arı ürünleri ile ilgili birimler kurularak arıcılık ile ilgili tesisler ve yatırımlar yapılmış, buralarda arı ürünleri geliştirmeye dönük dikkat çekici çalışmalar ortaya konulmuş ve konulmaya da devam edilmektedir. Arıcılığı ve arı ürünlerini geliştirmeye yönelik çalışmalar için yapılan yüksek bütçeli projelerin önümüzdeki dönemlerde Türk apiterapisine olumlu yansımalarının olacağı açıktır ve bu yöndeki eğitim ve araştırma politikalarının daha da güçlendirilmesi gerektiği vurgulanmalıdır.” dedi.
“Çalışmalar devam ediyor”
Malatya Turgut Özal Üniversitesi bünyesinde kurdukları Arı ve Arı Ürünleri Geliştirme Uygulama ve Araştırma Merkezi'nde çalışmaların devam ettiğini aktaran Karabulut, “Yaklaşık iki yıldan beri faaliyet gösteren merkezimiz bu süreç içerisinde çeşitli panel ve seminerlere ilave olarak arıcılık eğitimleri tertip etmiş, muhtelif projeler ile Türk arıcılığının bilimsel bir zeminde geliştirilerek ülkemiz apiterapi potansiyelinin doğru bir biçimde ortaya konulması yönünde çalışmalar yapmıştır. Apiterapinin ve ülkemizdeki apiterapi potansiyelinin doğru bir biçimde ele alınarak bu alandan üst seviyede fayda temin edilebilir hale gelinmesi en büyük temennimiz ve hedefimiz olup bu yöndeki çalışmalarımız önümüzdeki dönemlerde de devam edecektir” diyerek açıklamasını sonlandırdı.