Orta Doğu’da peşi sıra yaşanan savaş ve gerginlikler nedeniyle bütün dünyanın gözü oraya çevrilmiş olsa da, siyasi istikrarsızlık ile Balkan ülkeleri de dünyada kendilerini unutturmuyor. Yaklaşık iki yıl önce Star gazetesinde yazdığım bir yazıda bu olaya farklı bir açıdan yaklaşarak, Balkanlar krizleriyle kendini unutturmuyor, o halde Türkiye olarak biz de Suriye’ye yoğunlaşıp Balkanları ihmal etmememiz gerekir, demiştim.
Balkanlarda genel siyasi istikrarsızlık
Erken seçimler ve koalisyonlar bölgesi olan Balkanlar siyasi istikrarsızlığa her zaman gebedir. Nitekim Balkanların siyasi röntgeni çekildiğinde bakın onları nasıl hatırlıyoruz. Örneğin Bosna-Hersek, meşhur Dayton anlaması ile mahkûm edilen Sırp-Hırvat-Boşnak zorunlu evliliği ile sürekli imkânsız olan istikrarı bulmaya çalışıyor. Bilindiği üzere en son seçimlerden sonra Bosna-Hersek’te uzunca süre hükümet kurulamamıştı.
Hatta hatırlanacak olursa 3 Ekim seçimlerinden sonra Bosna-Hersek’te “Herkes Sokağa” Hareketi Ülkede devlet ve federasyon seviyesinde hükümet kurulamamasına öncülük etmişti. Diğer yandan mesela 8 Kasım'da sandık başına gidilen Hırvatistan'da, bir önceki seçimin galibi olan Sosyal Demokrat Parti (SDP) bu seçimde ikinciliğe gerilerken, seçimi muhafazakâr Hırvat Demokratik Parti (HDZ) öncülüğündeki "Vatanseverler" ittifakı kazanmıştı. "Vatanseverler" seçimi kazanmalarına rağmen, tek başına hükümet kurabilecek çoğunluğu sağlayamadıklarından, koalisyon hükümeti için görüşmelere başlamış, 2,5 aylık sürenin ardından kendisini "bağımsızlar hareketi" olarak nitelendiren Most Hareketi ile yapılan anlaşma gereği, başında HDZ'nin adayı Tihomir Oreskovic'in bulunduğu koalisyon hükümeti Ocak ayında göreve başlamıştı.
Yada mesela Makedonya’da üst üste yapılan erken seçimler sonrasında Seçimin galibi İç Makedon Devrimci Örgütü-Makedonya Ulusal Demokratik Birliği (VMRO-DPMNE) Başkanı Nikola Gruevski, Cumhurbaşkanı Gyorge İvanov tarafından hükümeti kurmakla görevlendirilse de koalisyon hükümeti konusunda Arnavut partisi Demokratik Bütünleşme Birliği (BDI) ile uzlaşamayınca öngörülen yasal süre içinde hükümet kurulamamıştı. Hatta bazı fanatik Makedonlar Makedonya meclisini basarak işgal etmişlerdi. Kosova’da ise 11 Haziran erken parlamento seçimleri öncesinde yaşanan siyasi kriz, seçimlerin sonrasında da devam ediyor.
Kosova’da erken parlamento seçimlerinin yapılmasından 2 ay geçmesine rağmen, yeni hükümet hala kurulamadı. Erken parlamento seçimlerinin ardından yeni oluşumda toplanan Kosova Meclisi Genel Kurulu 2 haftadan beri yeni meclis başkanını seçemiyor. Bu arada Yunanistan’da da erken seçimlerle gelen koalisyon hükümeti ekonomik krizin de etkisi ile yapılan grevler ve tepki mitinglerine rağmen ayakta durmaya çalışıyor. Bilindiği üzere Bulgaristan’da da kısa bir süre önce seçimler yapıldı ve sonuç malum: Koalisyon.
Balkanlara istikrarsızlığı kim aşılıyor?
Bu küçük Balkan ülkelerini yöneten siyasi sınıf ve bürokrasi büyük ölçüde maalesef yolsuzlukla ve kötü yönetimle anılıyor. Dolayısıyla birileri bu açmazı aşmak için milliyetçilik ve popülerliğe başvuruyor. Milliyetçilik zaten Balkanların en önemli ayrılıkçı virüsü olmuştur. Ayrıca Avrupa’dan ithal edilen Balkanlaşma denilen kavram başlarının belasıdır. Ama asıl sorun Balkanların sahip olduğu stratejik, lojistik ve coğrafik avantajları ile Batının iştihanı cezbetmesi sonucu maruz kaldığı tehlikelerdir. Başta Almanya olmak üzere AB ülkeleri, ABD, Rusya ve İngiltere Balkanlarda güçlü ve kafa tutacak bir ülke istemez.
Balkanlarda istikrarsızlık bu yüzden meydana gelir. Almanya, İngiltere, ABD, Rusya ve doğal olarak Türkiye’nin bölgeye ilgisi vardır. Türkiye’nin durumu, tarihi ve akrabalık bağları, inanç birliği, yakın komşuluk ve bizatihi bir Balkan ülkesi olması itibariyle çok farklıdır. Ayrıca ilgili devletleri iyi niyetli ve kötü niyetli olarak ikiye ayırmak gerekir. Türkiye Cumhuriyeti, kurumları olan TİKA, Yunus Emre Enstitüsü, Yurtdışı Türkler Başkanlığı, THY, Anadolu ajansı, Diyanet işleri Başkanlığı ve tabiki Dışişleri bakanlığı ile ayırım yapmadan bölge insanına karşılıksız hizmet vermektedir. Diğer ülkelerde ise bencil çıkarcılık temeline dayanan emperyalist iştahlar vardır.
Balkanlarda ne ekersen onu biçersin
Batının Balkanlara olan iştahı açgözlülük ve bencillik üzerine kurulduğundan tabiri caizse son günlerde birbirlerini ısırmalarına kadar giden bir gerginliğe neden olmaktadır. Örneğin son günlerde Almanya’nın aşırı derecede güçlenmesinin kısmen ABD’yi de rahatsız ettiği gözükmektedir.
Zira başta Kosova olmak üzere ABD’nin Balkanlarda etkili olmaya çalıştığını görüyoruz. AB’nin içindeki çaresizliğini aşmak için, son birkaç yılda Balkanların geleceği ile ilgili konuşulan en önemli konuların başında ‘Ortak Pazar’ oluşturma fikri gelmektedir. Almanya’nın başını çektiği ve AB ülkelerin desteklediği bu oluşumun arka planında, Balkan ülkelerini AB’den ayrı olarak ancak AB’nin finansmanıyla destekleyeceği bir Ortak Pazar oluşturma düşüncesi yatmaktadır. Haliyle bu durum ABD ve Rusya’yı tedirgin etmektedir. Üstelik Rusya’nın pek çok Balkan ülkesine Ortodoks ve Slav birliği yönüyle yakınlığı vardır.
AB, Balkanlara ilgili olsa da gelinen son durumda fiilen AB’ye yeni üye alamayacağını görüyor. Diğer yandan da AB, Balkanları kontrol altına tutmak ta istiyor. Balkanlar, AB için aslında ekonomik anlamda önemsiz olsa da, Avrupa kimliği, tarihi ve coğrafi yakınlık göstermesi bakımından bir yönüyle stratejik noktadadır. Başka bir deyişle, yeni üyelere ihtiyacı olmadığı ifade edilen AB, ancak bu tür bir oluşumla Balkanlardaki etkisini korumaya devam edecektir. Bunun için Balkanları sürekli hırpalayıp, zayıf düşürmekte ve istikrarsızlık için alt yapı oluşturmaktadır. Ancak onların unutmaması gereken ve Balkanlarda da bilinen meşhur bir Türk atasözü vardır: “ Ne ekersen onu biçersin” dedi.