Uz, sedef hastalığının (psoriasis) tüm dünyada yaygın görülen, genetik ve çevresel faktörlerle ortaya çıkan bir deri hastalığı olduğunu, alevlenmeler ile seyreden uzun süreli bir durum olduğunu dile getirdi. Uz, “Deride kırmızı, keskin sınırlı, üzerinde sedef rengi kepeklenmeler (pullar) gösteren yamalar ile tanınır. Kadın ve erkeklerde eşit oranda görülür ve genellikle 15-30 yaş arasında başlar. Hastalığın ortaya çıkışını kolaylaştıran ya da mevcut hasatlığı alevlendiren çevresel faktörler arasında streptokoksik boğaz enfeksiyonları, kortizon, aspirin, bazı tansiyon ilaçları, aşırı alkol alımı, sigara, güneş yanığı ve ruhsal stres sayılabilir. Hastalık belirtileri ve şiddeti kişiden kişiye değişir. Tanı klinik görünümüyle konabilir bazen deri biyopsisi gerekir. Hastalığın kesin tedavisi bulunmamakla birlikte uygun tedavilerle kontrol altına alınabilir ve uzun süreli iyilik sağlanabilir. Başarılı bir tedavi için hekim ve hastası işbirliği içinde olmalıdır. Bir de toplumun hastalıkla ilgili önyargıları buna eklendiğinde sosyal yaşamı ve ilişkileri oldukça etkileyebilmektedir. Çevreden gelebilecek yanlış yönlendirmelerden etkilenmemesi için hasta ve yakınları da hastalıkları hakkında bilgi sahibi olmalıdır. Toplumun bu hastalara bakış açısını ve hastalık hakkındaki önyargılarını gidermeye yönelik eğitimler de bu hastaların yaşam kalitesinde ve sosyal ilişkilerinde düzelme sağlayacaktır” dedi.
“Hastalık strese, stres de hastalığa yol açabilmekte”
Değirmenci’de, sedef hastalığının sadece bir deri hastalığı değil psikolojik etkileri de olan psikosomatik bir hastalık olduğunu belirterek psikiyatrist takibinin de hastalığın tedavisinde önemli olduğunu söyledi. Değirmenci açıklamasında şunları söyledi:
“Hastalığın kronik olması sedef hastalarında bazen ümitsizliğe ve çaresizliğe neden olsa da, son yıllardaki gelişmelerle hastaların büyük bir kısmı rahatlıkla kontrol altına alınabiliyor. Sedef, etkisi sadece deriyle sınırlı olmayan ve oluşturduğu psikolojik etkilerle birlikte değerlendirildiğinde psikosomatik bir hastalık olarak kabul edilebilir. Özellikle depresyon ve stres gibi sorunlar bu hastalarda, toplum ortalamasından çok daha yüksek seviyede görülmektedir. Hastalığın kronik olması, neden olduğu estetik kaygılar, başta kaşıntı olmak üzere hastalık belirtileri, günlük yaşamın farklı alanlarındaki problemler ve tedavi başarısızlıkları umutsuzluk ve depresyona yol açarken depresyon da bir kez oluştuktan sonra hastalığın daha ağırlaşmasına, hatta dirençli hale gelmesine neden olabilir. Ayrıca sedefli hastalarda stres ve hastalık ilişkisi de çift yönlüdür. Hastalık strese, stres de hastalığa yol açabilmekte veya hastalık ataklarına neden olabilmektedir. Ancak hastaların moralini bozan ‘sedefin tedavisi yok’ şeklindeki yaklaşım, günümüz koşullarında kabul edilebilir değildir. Hastalar yaşam kalitelerini bozan bu hastalığı tedavi ettirme ve onunla barışık bir şekilde yaşamlarını devam ettirme imkanlarına sahip olduklarını bilmelidir. Hastalığın uzun süreye yayılması ve hastalıkla stres arasındaki iki yönlü ilişki nedeniyle sedef tedavisinde psikiyatrist takibi çoğunlukla gerekli olmakla beraber en ideali dermatolog ve psikiyatristin birlikte çalışmasıdır.”