Bir tek parada cimri olsaydı yine de katlanabilirdim. Ama hocam her şeyde çok cimri. Sanki önünde kocaman görünmez bir duvar var. Asla aşamıyor ve sizin de aşmanıza izin vermiyor. Para harcamazsın anlarım ama sevgide cimri olmak, şefkatte cimri olmak, sarılmada cimri olmak hele ki güzel sözlerde cimri olmak. İşte o an anladım ki benim aşamadığım onun karakteri değilmiş onun çocukluğu, onun demirden bir yelek giydirdiği kalbiymiş. Bazen bir şeyler yeter diyorsunuz ama görüyorsunuz ki yetmiyor. Onun demirden yeleğini aşmaya çalışırken bir de bakmışsınız ki siz de keçeleşmeye başlamışsınız.
Hayat bu ya hep bir sınanma içindeyiz. Hani okullarda sınavları yapamadığımızda o sınava bir daha girerdik. İlişkilerimizde de sürekli sınavlara giriyoruz. Ta ki siz doğru sınavda mıyım, diyene kadar. Bazen de sınav yanlış oluyor. Ne çok da yanlış sınavlara girip duruyoruz değil mi?
Ne çok öykü var böyle hayatlarımızda. Sonra ne yaptın diye sorduğumda danışanıma. Hiç dedi bana. Sadece hiç. Fark ettim ki yapabileceğim hiçbir şey yok. Doğru yerde, doğru zamanda, doğru kişiyle değilim. Döndüm arkamı yürüdüm. Ama zannetmeyin ki hemen ancak gerçekten artık olmayacağını anladığım bir an vardı. İşte tam o anda.
Hepimizin kapıları var bu hayatta. Kiminin kapısı sevgiye, aşka çok açık. Kiminin ise sadece koşullu sevgiye açık. Yaşam kayıtlarımız neye izin veriyorsa o kadar yaşayabiliyoruz. Kapımızı o kadar açabiliyoruz. İstiyoruz ki bu, karşı tarafa yetsin. Bu kadarla yetinsin. Çoğumuza yetmiyor. Önce yetinirim diyorsun. Verdiği kafi gelir diyorsun. Ama bir bakıyorsun ki aslında karşındaki sen azla yetinmeye başladığında o da senin azla yetinmen için elinden geleni yapıyor. Yani anlayacağınız kabını gittikçe küçültüyor.
Böyle durumlarda içimden bırak bunu diye haykırasım geliyor ama herkes kendi dünyasında bir anlam oluşturur. O zaman da kişinin kendi anlam dünyasını şekillendirmesi için elimden geleni yapıyorum. Bu da yine önce karşı tarafın hangi duygu durumunda olduğunu anlamamızla mümkün oluyor.
Bir insan sevgisini neden vermez? Bunun birçok cevabı var. Bazen yaşanmışlıklar etkili olur. Hep verdim, hep kullanıldım. Bunu vermeye değmezmiş diyebilir kişi. Yanlış tercihlerle yaşadığı ilişkiler, kişinin bu konuda genellemeler yapmasına neden olur. Yanlış kişilere fazlasıyla verdiği sevgi, daha sonra çoğu zaman doğru insana koşullu sevgi sunmasıyla sonuçlanır. Maalesef bu durum, ilişkilerde çok yaşanır. Kişilerin hayatında onulmaz yaralar açar.
Ya da kişi, sevgisini vermeye değecek bir insan olmadığı inancıyla yetişmiş olabilir. Nasıl ki kıtlık bilinci dediğimiz bir olgu var. Bence sevgide de bir kıtlık bilincine sahip olabiliyoruz. Aşırı narsist yanımız, aşkı sığdıramıyor hayata. Ya da bencil yanımız hap almaya yazgılı bir dünya görüşü etrafında şekillenen kimliğimiz, az vermeyi vermekten sayıyor. Hayata sadece kendi pencerenizden bakarsanız sadece pencerenin gösterdiği kadarını görürsünüz. Oysa bu hayat birçok pencereye açılıyor.
Bazen de neden vermez biliyor musunuz? Gerçekten sevmediği için. İşte buna yapacağımız hiçbir şey yok. Aynı öykümüzdeki gibi dönüp arkanıza yürümeniz gerekiyor. Çünkü sevgi bir su gibi, gerçekten çok susadığımızda kana kana içebileceğimiz bir şey. Sadece su içmemiz gerektiğini düşünerek içiyorsak işte o zaman zoraki bir şey.
Aslında tüm mesele kendinizle. Sevgisizliğine, ilgisizliğine, isteksizliğine ve zoraki gösterdiği sevgi kırıntılarına anlamlar yüklemeye çalışıyorsanız orada bir durun. Kimseye kendinizi zorla sevdirmeye çalışmayın. Önce gerçekten kendinizi sevin. Sen kendini gerçekten sevmeye başladığında sevgisinde yüreğinde cimri insanları hayatına çekmekten de vazgeçtiğini göreceksin. Aynı senin gibi sevgisiyle harikalar yaratan insanları hayatına çekeceksin. Mesele gerçekten de karşımızdaki kişinin neyde cimrilik yaptığı. Sor bakalım kendine. Ben gerçekten sevgisini veremeyen biriyle yapabilir miyim ya da sevgi, gıdım gıdım verilmesi gereken bir şey mi?