“Az gittim uz gittim.
Dere tepe düz gittim.
Çayır çimen geçerek,
Lale sümbül biçerek,
Soğuk sular içerek,
Altı ayla bir güzde,
Bir arpa boyu yol gittim.”
Çocukluğumuzda ne çok tekerleme öğrenir, bilir ve okurduk birbirimize… Türlü türlü tekerlemeler, özellikle ilkokul yıllarımızda dillerimizden düşmezdi. Annemize, babamıza ve diğer büyüklerimize de sorar, yenilerini öğrenmeye gayret ederdik. Tekerleme okumak ve dahası okuyabilmek pek güzeldi vesselam.
Ben de bu yazıma, belli yaşın üzerindeki okurlarımı geçmişe götüreceğine inandığım bir tekerleme ile başladım. Özellikle ilk iki mısrası, seyahat etmeyi çok sevenleri işaret eden türden… Dahası, günümüzden otuz altı sene önce TRT ekranlarından yayımlanmaya başlayan bir çizgi filmi hatırlatmıyor mu?
Aslında tam bir çizgi film sayılmaz; yaklaşık yarım saat süren bölümlerinin bir kısmı çizgi film, bir kısmı da, yerleşim yerlerini tanıtan, belgesel niteliğinde çekilmiş ve bir dış sese sahip tanıtım filmi…
Evet, “Az Gittik, Uz Gittik” ya da “Evliya Çelebi ile Küheylan” diye adlandırılan bu çizgi-belgeseli anımsayanların olduğuna eminim. “Seyahatname” adlı eseri, sadece bu topraklara değil, tüm dünyaya armağan eden Evliya Çelebi’yi ve on ciltten oluşan Seyahatname’yi anlatan belgesel; Seyahatname’de kendisine yer bulmuş şehirleri, günümüz halleriyle de karşılaştırıyordu.
On yedinci yüzyılda yaşayan gezgin Evliya Çelebi’nin, gördüğü bir rüya ile gezmeye başladığı ve tamı tamına elli bir sene gezdiği bilinir. Hem de, bir ucu Tebriz, bir ucu Kırım, bir ucu Bağdat, bir ucu Mısır, bir ucu Kenya, bir ucu Venedik ve hatta Amsterdam’a kadar… Yaş alıp, Mısır’da inzivaya çekilince de, el yazmalarını birleştirip, on ciltlik bir eser haline getirir ve “Seyahatname” adını verir bu devasa esere… Ki, günümüze değin ulaşmış ve hatta doksanlı yılların sonunda, en baştan tekrar kopyası çıkarılacak bir çalışma başlatılmış, 2007 yılına kadar yeniden derlenen “Seyahatname”, farklı dillerde de yayımlanmıştır.
Bu kadar tarih yeter!
Gelin, günümüz Çelebi’sine de bir göz atalım; bu Çelebi de geziyor, ama partiler arasında…
Cumhuriyet Halk Partisi’nden (CHP) İzmir vekili olarak parlamentoya giren Mehmet Ali Çelebi, son günlerin en revaçta siyasi konusu… Çıkarlarına ters düşünce, CHP’den istifa ederek önce Memleket Partisine geçen Çelebi, oradan da istifa ederek bağımsız milletvekili olarak parlamento üyeliğini sürdürüyor. Ancak ne var ki, bu kez de Adalet ve Kalkınma Partisi’ne (AKP) göz kırptığı ve belki de önümüzdeki günlerde AKP içerisinde siyaset yapmaya gayret edeceği; Cumhur İttifakı hakkında sarf ettiği olumlu sözleri nedeniyle siyasi çevrelerce düşünülüyor.
Bunun gerçekleşip, gerçekleşmeyeceğini elbet ki zaman gösterecek ve göreceğiz. Ben dikkatlerimizi bambaşka bir konuya çekmek istiyorum. Ülkemizdeki seçilme yasaları ve dahası ülkemiz insanının hemen her konudaki muhafazakâr tutumu; seçilebilmek için bir siyasi partiye üye olma ve o partinin de kişiyi aday göstermesinden geçiyor. Yani siz, allemi cihan olsanız da, bağımsız şekilde seçilerek parlamentoya halkın vekili olarak girmeniz neredeyse imkânsız!
Ve hatta siyasi partiler içerisinde ne denli çalışkan ve maddi-manevi yıpranan insanlar var; onlar bile partilerince aday gösterilmedikçe; seçilmeleri hayal!
Hatırlayınız, Mehmet Ali Çelebi gencecik bir Teğmen iken, Ergenekon kumpaslarından dolayı uzunca bir süre cezaevi görmüş, ardından kumpasın çökmesiyle aklanmış, serbest bırakılmış, 2018 yılında da CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu tarafından, binlerce parti üyesinin önüne geçirilerek İzmir’den milletvekili seçilmesi sağlanacak sıralamaya yazılmıştır. Sayın Genel Başkan, elbet ki Çelebi’nin haksız yere hapislerde geçirdiği yıllarının ve kaybettiği üniformasının yerini tutabileceğini düşünerek CHP İzmir milletvekilliğini elleriyle armağan etmiştir kendisine. Ve yine elbet ki, Çelebi’nin Mustafa Kemâl Atatürk yanlısı yaşamı, söylemleri, cezaevinde ve daha sonradan yaptığı AKP aleyhindeki açıklamaları, CHP’de siyaset yapmasında/yaptırılmasında etkili olmuştur.
Peki, nedir bu keskin dönüşün sebebi? Kişisel hırslar mı? Yoksa kendince memleket sevdası mı?
Zorlanıyorum ama, CHP’den istifasını hadi anladım diyelim; CHP’nin ve Sayın Genel Başkanın tüm iyi niyetini bir kenara bırakarak ve vefa duygusunu da elinin tersiyle kenara iterek, “partinin politikasını beğenmiyorum ben artık” şeklindeki yakıştırmasıyla herkes istifa edebilir.
Hadi diyelim Memleket Partisi de sarmadı kendisini; onun da geleceği yok gibi!
Ancak, parti politikası olarak, siyasi islam adındaki ideolojiyi benimsemiş, ülkemizde özelleştirme adı altında satılmadık yer bırakmamış, tarımsal ve hayvansal üretim verilerini neredeyse sıfıra indirmiş, olduk olmadık yerleri imara açarak ranta çevirmiş, yer altı kaynaklarımızın yabancılara kullandırılması konusunda pek hevesli, para politikalarını, eğitim ve sağlık politikalarını yüzüne gözüne bulaştırmış ve dahası vatandaşının boğazından geçeni bilmeyen bir siyasi partinin, saflarına geçmeği istemek de nedir kardeşim?
Hayır, bunun adı memleket sevdası olamaz!