Bugün sizlere ölüm yıl dönümü sebebiyle şiirin hakkını veren, şiiri yaşayan, şiirden başka hiçbir şeyle uğraşmayan benimde şiirlerini çok severek okuduğum şairler arasında olan o güzel adamın hayatı ve edebi kişiliğinden kısaca bahsedeceğim şair Edip Cansever.
Edip Cansever, 8 Ağustos 1928’de, İstanbul Beyazıt’ta Soğanağa Mahallesi’nde Pembe Hanım ve Fazlı Bey’in oğlu olarak dünyaya geldi. İlkokulda okumayı öğrendikten sonra evlerinin yakınında bulunan Millet Kütüphanesine giderek daha çocuk yaşta okumanın ve yazmanın yaşamındaki etkisini ve huzurunu yakalamaya başlar.
Öğrenimine Kumkapı Ortaokulu ve İstanbul Erkek Lisesi ile devam eder ve sonrasında İstanbul Ticaret Okulundan ayrılıp erken yaşta babasının antika dükkanında iş hayatına atılmak zorunda kalır. Ama öğrenimini yarıda kesmek onu yazmaktan ve okumaktan asla uzaklaştırmaz. Yıllar sonra Kapalı Çarşıda çıkan bir yangında antika dükkanı yanar ve sigortanın verdiği para da yeni bir dükkan açmaya yetmez. Ancak kendine bir ortak bularak açacaktır dükkanı. Aslında bu çıkan yangın bir anlamda da hayatının dönüm noktası olacaktır. Açılan yeni dükkanın üst katında bulunan odayı ortağı Edip Cansever'e vermiştir, kendisi dükkanla ilgilenirken Edip ise bu odada şiir dünyasına çekilip o muhteşem eserleri yazmıştır. Bu çalışma odası aslında sıradan bir oda değildi onun için nefes alabildiği, ruhunu rahatlatabildiği tek yerdi.
Edip Cansever, tatildeyken beyin kanaması geçirdiği Bodrum'dan İstanbul'a getirildiyse de 28 Mayıs 1986 tarihinde 58 yaşında hayata ve o çok sevdiği şiire gözlerini kapattı. Mezarı Rumelihisarı'ndadır.
...
" Ne gelir elimizden insan olmaktan başka
Ne çıkar siz bizi anlamasanız da
Evet, siz bizi anlamasanız da ne çıkar
Eh, yani ne çıkar siz bizi anlamasanız da.
...
Kaç kere ölmemişiz, kaç kere sormamışız, bu kaçıncı dalgınlığımız
Yani kaç sesli bir evrende kaç kere yalnız
Ne ölmek, ne ansımak! sadece yaşamakla
Tam öyle gibi.
Demeyin: eh, biraz yorulsak da
Demeyin, sakın haa, yok şu kadar bir şey insanın sonsuzunda
Biz şimdi ne yapsak, biz şimdi ne yapsak, biz işte biraz bilmiyoruz ya
Diyoruz: yaşasak çıkmazları, sevişsek olmayanlarla. "
Şiirlerinde hiç bir şey anlatmıyormuş gibi yapıp aslında bir çok şey anlatan şair. Kent şairi. İmge ve betimlemeleriyle şiiri hikayeleştirerek anlatan şair. Sizlere biraz edebi kişiliğinden bahsetmek istiyorum.
Edip Cansever kendini çok erken yaşta tanımıştır. Henüz orta okul ikinci sınıfta yazdığı şiirlerden bir tanesiyle çocuk dergisinde ilk şiiri yayımlanmıştı.
Şiiri sevdiren, şiiri dinleten, şiiri okutan şairimiz dizelerinde aşkı ve en çokta hayatı anlatırdı.
Seslerin birbiriyle karıştığı, gürültünün ve kargaşanın düşünceler ile yarıştığı bir dönemde siyasetten uzak sadece insan ve şiirle iç içe bir hayat seçti kendine. Savaşların ne içinde, ne önünde nede arkasında yer aldı. Şiire aşık bir şairdi zaten yazılarından da anlaşıldığı gibi şiirden başka bir şey yazmadı. Ve Edip Cansever'in şiir aşkını şu mısralarla anlattı üstad Cemal Süreyya:
"Yeşil ipek gömleğinin yakası
Büyük zamana düşer.
Her şeyin fazlası zararlıdır ya,
Fazla şiirden öldü Edip Cansever."
Ne kadar çok şiir yazsada "En doğru şiir nasıl yazılır?" sorusunun cevabını aramakla geçti ömrü. Şiir hayatına Garip şiirin etkisiyle başlayıp, avare yıllarının yaşama sevincini yazdı. İlerleyen yıllarda ise İkinci Yeni akıma kaptırdı gönlünü ve hatta önemli isimlerinden biri oldu.
Yazmak için gezerdi ve bir yerde uzun kalırsa bilinirdi ki orada yazılmayı bekleyen bir şeyler bulmuştur. Yazdığı şiirlerdeki karakterleri sadece karakter değildi. Kendine bir kişi seçer ve yaşanan gerçekleri kendine özgü kalemiyle o kişi üzerinden, değişik söylemler ve imgelerle anlatırdı. O köşe başındaki çiçekçilerin, Ahmet abilerin, Ruhi beylerin, meyhane garsonlarının... yani sokakların ruhunun şairiydi. Anlattığı olaylar arasında soyut ve somut geçişler, kelimelerle oynayışıyla, ele avuca sığmayıp tüm kalıpları yıkan bir şairdi. Toplumsal sorunların, insanın iç dünyasındaki etkilerini, trajedilerini anlatarak yaşadığı çağın halkının yürek sesiydi . Kitaplarının isimleri de zaten bu durumu net bir şekilde açıklıyor; Umutsuzlar Parkı, Tragedyalar, Nerde Antigone...
Şiirlerini bir hikaye çemberine toplayıp usa dayanan, bol betimleme ve imge barındıran bir anlatıcılığa sahiptir ve bunu bir söyleşisinde şu sözlerle anlatmıştır.
" Her şairi, bir öteki şairden ayıran bir takım özellikler vardır. Bu özelliklerden bir kaçı genel olarak kişiliği belirler. Benim anlatıcı tavrım şiirin sınırlarını aşmadan, hikaye etmeden ortaya konmuş bir anlatıcı biçimidir."
" gül kokuyorsun bir de
amansız, acımasız kokuyorsun
gittikçe daha keskin kokuyorsun, daha yoğun
dayanılmaz birşey oluyorsun, biliyorsun
hırçın hırçın, pembe pembe
öfkeli öfkeli gül
gül kokuyorsun nefes nefese.
gül kokuyorsun, amansız kokuyorsun
ve acı ve yiğit ve nasıl gerekiyorsa öyle
sen koktukca düşümde görüyorum onu
düşümde, yani her yerde
yüzü sararmış, titriyor dudakları
şakakları ter içinde
tam alnının altında masmavi iki ateş
iki su
iki deniz bazan
bazan iki damla yaz yağmuru
mermerini emerek dağlarının
şiirler söylüyor gene
ölümünden bu yana yazdığı şiirler
kızaraktan birtakım şiirlere
büyük sular büyük gemileri sever çünkü
ve odur ki büyüklük
şiir insanın içinden dopdolu bir hayat gibi geçerse
o zaman ölünce de şiirler yazar insan
ölünce de yazdıklarını okutur elbet
ve senin böyle amansız gül koktuğun gibi
yaşamanın herbir yerinde.
gül kokuyorsun, amansız kokuyorsun
bu koku dunyayı tutacak nerdeyse
gül, gül! diye bağıracak çocuklar bütün
herkes, hep bir ağızdan: gül!
ve herşeyin üstüne bir gül işlenecek
saçların, alınların,göğüslerin üstüne
yüreklerin üstüne
bembeyaz kemiklerin
mezarsız ölülerin üstüne
kurumuş gözyaşlarının
titreyen kirpiklerin üstüne
kenetlenmiş çenelerin
ağarmış dudakların
unutulmus çığlıkların üstüne
kederlerin, yasların, sevinçlerin
ve herşeyin üstüne bir gül işlenecek.
bir rüzgar, bir fırtına gibi esecek gül
yıllarca esecek belki
ve ansızın dünyamızı göreceğiz bir sabah
göreceğiz ki
biz dunyamızı gerçekten görmemişiz daha
geceyi, gündüzü, yıldızları
görmemişiz hiç
tanışmaya komamışlar bizi güzelim dünyamızla.
öyleyse dostlar bırakın bu yalnızlıkları
bu umutsuzluklari bırakın kardeşler
göreceksiniz nasıl
güller güller güller dolusu
nasıl gül kokacağız birlikte
amansız, acımasiz kokacağız
dayanılmaz kokacağız nefes nefese "
Ne zamam bir şiirini okusam veya dinlesem kendimi bir hikayenin içinde imgelerle dans ederken bulurum. Her kelimesinde, her cümlesinde yüreğime nasıl dokunduğunu hissederim. Bana en sevdiğim şiiri sorulsa hiç birini birbirinden ayırt edemem. Bilmez miyim hiç derim, bir yitişten sonra şiiri gelir aklıma, ey der bir şiirin de, boşversene sen der ötekinde...
Aslında yazacak, Edip Cansever'i anlatacak çok cümlem var ama yazımı burada bitiriyorum. Şiirle yaşamış, şiiri yaşamış, şiiri yemiş, şiiri içmiş, benim gözümde şiir adam o tıpkı Cemal Süreya'nın da dediği gibi
"Fazla şiirden öldü Edip Cansever