Sitemlerimle anılıyorsun bu gece. Gün ışığıyla aydınlattığın sabahlarımı rafa kaldıralı uzun zaman oldu. Yokluğunda günler, haftalar, aylar hatta yıllar birbirine girdi. Fırtınalı bir gecenin dört duvar arasında sıkışmış bedenimi korkulu bir rüyaya teslim ediyorum. Ruhumu sıkan bir adam var. İki eliyle boğazıma çökmüş ve nefes almamı istemezcesine üzerime üzerime geliyor.
Gölgenden tanıyorum seni...
Korkularımı rüzgârın esintisine bırakıyorum ve tebessüm ediyorum. Öyle uzun zaman oldu ki kapımı çalmayalı... Bu gece Azrail’im olsan yine de geri çevirmem kabul ederim seni. Ecel şerbeti olsan kana kana içerim seni. O kadar değerlisin yani bu gece!
Gelişinle olan şaşkınlığımı bir kenara bırakıyorum ve yüzüne dikkatlice bakıyorum. “Sen misin gerçekten?” diye sormaya korkuyorum. Yıllar yüzündeki ifadeyi hiç değiştirmemiş. Derin bakışlarınla acının en derinine neşter vuruyorsun.
O bakışları nasıl unutabilirim ki?
‘’Ben sana demiştimleri” sıralıyorsun âdeta...
Elimi avuçlarının içine alıyorsun ve gözlerime ilk günkü tarifi olmayan bakışlarınla bakarak kulağıma fısıldıyorsun. ‘’Sonsuzluğa giden yol senden geçiyor ve sen, benden daha fazlasını hak ediyorsun.’’ Gözlerimi açtığımda tavana bomboş bakan benle konuşuyorum. Sesim boş odada yankılanıyor. Evet, ben fazlasını hak ediyorum. Ve hak ettiğim her şey fazlasıyla sen de zaten.
Senden başkası yok, sende başka yok.