Gök ile denizin saçlarımla dansı bu, benimle alakalı değil.
Olmadı bu dünyada sığınacak bir yer. Ben de yaşatabilmek adına; camı çatlamış bir kavanozda sakladım çocukluğumu.
Boyası dökük bir kapıda yaşlanırken ruhum, eşiğinde yattım durdum yıllarca. Bir Allah' ın kulu da gir demedi içeriye.
Kimse fark etmesin diye çiçekli elbiselerin ardına sakladım solduğumu.
Yıldızlar gibiydim öylece durağan, bedeninin içinde tutuk bir can taşıyan...
Dibimi kazıyorum taşkın kelimeler ve dalgın cümlelerin savaşı arasında kalırken;
sırasını bekleyen bir hasta gibi, duvarda asılı duran saatin sarkacına dolanıyorum.
Yorgunluğumun biriktiği yürek konağımın gölgesi vururken acılarıma, " yeter dizlerim... " diyorum. " kalkma artık ayağa."
Her düştüğünde acına mı yanayım yoksa tekrar düşmek için kalkacağına mı?
Bir yerimizden yakalandık işte acılara.
Biat et alın yazına!
Beni tekrar vurdular son gücümle koşarken yaşamaya...
Hayatın çatlaklarından sızarken çocukluğum, göz göze geldik bi ara ve
"Bak.." dedim.
"Bak çocuk! Şairi ölüyor bu şiirin...Yarası onda ama izi öldürenlerde kalacak. Bak çocuk! Güneş ve denizle son dansı saçlarının, kül rengi bir ömürde son kusurudur bu şiir..."