İzmir Valisi Erol Ayyıldız ve İzmir İl Milli Eğitim Müdürü Ömer Yahşi'nin de katıldığı, Konak Meydan Camiinde kılınan cuma namazı sonrası yapılan açıklamada, saldırıda ölen ve yaralanan savaş mağduru insanların fotoğraflarının yanı sıra "Esed Gitmeli Zulüm Bitmeli", "Müslüman Susma Kardeşine Sahip Çık", "Katledilen Suriye Ölen İnsanlığımız" sloganları atıldı.
Grup adına basın açıklamasını okuyan Memur-Sen İzmir İl Temsilcisi Ali Musa Bina, "Yine Suriye, yine katliam. Yine ölümün kucağındaki bebek ve çocuklar… Ortadoğu’nun yeni vahşet üçlüsü: ESED, PUTİN, HAMANEY. Ölüm kusmaya devam edecekler biz sustukça. Ya haykırıp ses vereceğiz ya da onursuzca çocukların katlini seyredeceğiz. Biz ses vermek için buradayız. Putin’e, 'Elini Ortadoğu’dan çek!' İran’a 'Esed’i desteklemekten vazgeç!' uyarısını yapmak için buradayız. 'Esed gitmeli zulüm bitmeli' iradesini ortaya koymak için bu alandayız" dedi.
Saldırı sonucu hayatının kaybedenler için gıyabi cenaze namazının kılındığı basın açıklamasında, Ali Musa Bina şunları kaydetti:
4 Nisan’da İdlib’de Esed canisinin ölüm makineleri tarafından kimyasal silahlarla çoğu çocuk 150’nin üzerinde insan katledildi.
İdlib ne ilktir; engellemezsek ne de son olacak. Hama’da, Halepçe’de, Halep’te yaptıklarını İdlib’de tekrar ettiler. İnsanlık, Baas rejiminin vahşetini boş gözlerle izledikçe, İran, Rusya ve Esed soykırımı da aşan vahşetlerine devam ediyor. Vahşetin üç atlısı, üç maymunu oynayan uluslararası toplumdan güç alarak vahşet galerisini büyütüyorlar. Esed’in yaşaması için kardelenleri kanla suluyorlar. Barış ve huzur güvercinlerini kanatlarından vuruyorlar.
Susmayacağız. Susarsak kalbimiz kurusun!
“RUSYANIN VETOSU, BM’NİN DEFOSU”
Başta Rusya ve İran olmak üzere rejimi destekleyen bütün unsurlar, son kimyasal katliamdan da, öncekilerden de Suriye rejimi kadar sorumludur.
Rusya, rejimin Doğu Guta’da gerçekleştirdiği kimyasal katliamdaki tavrını bugün de yineliyor. Esed’i ve rejimini temize çıkarmanın peşinde koşuyor. Güvenlik Konseyi’ne sunulacak tasarıyı veto edeceğini ilan ediyor. Rusya’nın ve Çin’in vetosu; ölümü seyretmekten ve ölü saymaktan başka bir işe yaramayan BM’nin defosudur. İnsanlık, vahşete karşı birleşip hem Rusya’yı ve İran’ı hem de Esed’i veto etmelidir.
İran, Hama katliamında Hafız Esed’e verdiği desteği bugün de zulüm varisi Beşşar Esed’e vermektedir. İran, mazlum ümmetin Selahaddin’i olabilecekken, Brutus’u olmayı tercih etmiştir.
Suriye, emperyalizmin kapitalist ortaklarının yeni paylaşım sözleşmesini yazacakları ve imzalayacakları kanlı masasıdır. En çok kan akıtanın en çok payı aldığı bir kanlı sofradır. Kirli dünya düzeni, kendi hesaplaşmasını masumlar ve mazlumlar üzerinden yürütüyor.
“SURİYE’NİN KATİLİ SADECE ESED DEĞİL ULUSAL ÇIKAR PUTU VE KÜRESEL EMPERYALİZMDİR”
Ulusal çıkar putu ve küresel emperyalizm, katliamın teorik zeminidir. Rusya, emperyal hesapları; İran Şii asabiyesine giydirilmiş Fars milliyetçiliği, ABD kapitalist tezgahını koruma önceliği adına vahşetin ortağı oluyor. İdlib’de kimin ve kaç insanın öldüğü umurlarında değil.
Kimyasal hassasiyet ise koca bir kandırmacadan ibaret. Batının kimyasal tepkisi, 600 bin ölümü sıradanlaştıran şeytani kurnazlıktır.
Bizim için ölümlerin konvansiyonel veya kimyasal olması arasında fark yoktur. Bizim için aslolan “Bir insanı öldürmek bütün insanlığı öldürmektir” bakışıyla zulme direnmek, zalimi tarihin çöplüğüne göndermektir.
Biz, İdlib’e, Halep’e, Şam’a, Deraa’ya özgürlük ve adalet gelinceye kadar sözümüzü söyleyecek, sesimizi yükselteceğiz. “Bu haksız savaş, bu zulüm anaforu sona ersin; Baas rejimi bitsin, Esed canisi gitsin!” demeye devam edeceğiz.
“SURİYE HALKI SADECE REJİME DEĞİL, GÖNÜLLÜ ŞEBBİHALARIN ALGI OPERASYONLARINA DA DİRENİYOR”
Suriye’nin onurlu halkı, kadınları ve çocuklarıyla sadece Esed’e, Rusya’ya ve İran’a karşı değil Hizbullah, PYD, DAİŞ’e karşı da mücadele ediyor. Bunlarla da sınırlı değil, ABD’nin vahşet diplomasisine, İngiltere’nin ve AB’nin menfaatperestliğine karşı da direniyorlar.
Gönüllü Şebbiha çetelerinin algı operasyonlarıyla da başa çıkmaya çalışıyorlar. Türkiye’de, gönüllü Şebbiha çetelerinin Esed’i temize çıkarmaya yönelik saptırma, çarpıtma ve algı operasyonlarına her gün şahitlik ediyoruz. Onlar çocukları yaşatmanın, insanlığın sesi olmanın değil, Esed’i çöküşten, Baas’ı yok oluştan kurtarmanın derdinde ve peşindeler.
Suriye halkı, vahşet karşısında ölü numarası yapan BM’nin ihanetine, insan hakları örgütlerinin sağırlığına ve dilsizliğine, ümmet sorumluluğunu taşımayan bölge ülkelerinin körlüğüne karşı da mücadele ediyor.
İdlib’te sinir gazıyla katledilen insanlara engel olmayanlar, kendi ülkelerinin sınır inşa ettikleri duvarlar, hendekler ve tel örgülerle mazlumların hayata tutunmasına da engel oluyorlar.
Batı, duvarların, hendeklerin ve tel örgülerin arkasına sığınadursun, Aylan bebeklerin, Ümran çocukların ve nice isimsiz mazlumun ölümlerine eşlik eden çığlıklar sınır ve engel tanımıyor. O çığlıklar batının kara tarihine yeni bir vicdansızlık senfonisi olarak kaydedilecektir.
“BM İNSANLIĞIN NUH’UN GEMİSİ OLMAYI DEĞİL, İNSANLIĞA KARŞI BİR TRUVA ATI OLMAYI TERCİH ETMEKTEDİR”
Biz acımızı, yasımızı ve isyanımızı BM’ye haykırmayacağız. Batı’nın insan hakları diye pazarladığı bildirgelerden medet ummayacağız. Çünkü onlar sadece “bildiriyorlar”, zulüm kendilerine dokunmadıkça insan hakları için kıllarını bile kıpırdatmıyorlar. Son üç yılda Suriye’de gerçekleştirilen 162 kimyasal saldırı karşısında BM’nin sessiz kalmasının, sahaya çıkmamasının nedeni budur.
BM, İslam dünyasında kurulan sistematik kan tezgâhının hem sorumlusu hem de sürdürücüsüdür. Küresel vesayetin kurucu iradesi BM, taşıyıcı unsuru Güvenlik Konseyi’dir.
Filistin’e, Bosna’ya, Arakan’a göz kapatan vetolar bugün Suriye için sahaya sürülüyor. Güvenlik Konsey’i, insanlığın güvenliği için değil, kapitalizmin ve emperyalizmin güvencesi için varlığını sürdürüyor.
BM’nin varlık nedeni olan tüm ilkeler, vetoya dayalı vesayet sistemi nedeniyle, bizzat BM’nin gözetiminde ve korumasında çiğneniyor. BM bu sistemle, insanlık için Nuh’un gemisi olmayı değil, insanlığa karşı bir Truva atı olmayı tercih ediyor. Bu nedenle “Dünya 5’ten büyüktür!” iradesi, insani trajedilerle her geçen gün daha çok sarsılan insanlığın geleceği için umuttur.
Bizler İzmirli Müslümanlar olarak, katil Esed rejimini, katile ortaklık yapan Rusya ve İran’ı, DAİŞ’le mücadele adı altında Suriye halkını katleden ABD’yi, dilsiz şeytanlığı tescillenmiş uluslararası toplumu ve BM’yi, kendisini Esed ve ortaklarının zulümlerini örtmeye adamış gönüllü şebbihaları kınıyor, lanetliyoruz.
Ancak sadece kınamakla kalmayacağımızı hatırlatmak istiyoruz. Memur-Sen olarak, çağın vicdanı olma sorumluluğunu omuzlarımızda taşımanın bilinciyle, yaptığımız yardımlar, eylemler, programlar ve dualarla Suriye halkını destekledik, desteklemeye devam edeceğiz.
BM’nin yapısının değişmesi için her platformda 'Dünya 5’ten büyüktür!' iradesini savunduk, savunacağız.
Bugüne kadar yaptığımız gibi yine zulümleri ifşa etmeyi, zalimlerle hesaplaşmayı sürdüreceğiz.
'Esad gitmeli, zulüm bitmeli!' demekten vazgeçmeyeceğiz.
Suriye halkı özgürleşene kadar “Rusya ve İran, Suriye’den defol!” diye haykırmayı bırakmayacağız.
Karşı karşıya olduğumuz, emperyalizmin bildik tablosudur.
Bu katilleri ilk defa Suriye’de görmüyoruz. Biz bunları Haçlı seferlerindeki vahşiliklerinden tanıyoruz.
Biz bunları katliam ve yıkımlarla katlettikleri Endülüs’ten tanıyoruz.
Biz bunları Amerika’da yerli halkı soykırımla yok edişlerinden biliyoruz.
Milyonlarca Afrikalıyı köleleştirmelerinden, katletmelerinden biliyoruz.
Hiroşima’dan, Nagazaki’den, Çeçenistan’dan, Doğu Türkistan’dan, Kırım’dan, Vietnam’dan, Afganistan’dan, Filistin’den, Irak’tan, Ruanda’dan, Libya’dan, Cezayir’den biliyoruz.
Sadece zalimi tanımakla kalmıyoruz, zulümle nasıl başa çıkılır, onu da biliyoruz. Selahaddin Eyyubilerden, Nureddin Zengilerden, Kılıçarslanlardan, Ömer Muhtarlardan, Şeyh Şamillerden, Çerkez Ethemlerden, Sütçü İmamlardan biliyoruz. Evet, Çanakkalelerden biliyoruz.
Eğer Çanakkale geçilmez iradesini Suriye’ye taşıyamazsak daha uzun zaman çocuk tabutları taşımak zorunda kalacağız.
BM’den, AB’den, NATO’dan himmet beklemenin, kendi ellerimizle başımızı giyotine sokmaktan farksız olduğunu biliyoruz. O halde, Türkü, Kürdü, Lazı, Çerkezi, Arabıyla bir araya gelip; nasıl ki Çanakkale’de destan yazdıysak, nasıl ki 15 Temmuz’da işgal girişimini çöpe attıysak, coğrafyamızın ve insanlığın kanayan yaralarını da aynı ruhla saracağız.
İşte o zaman çocuk tabutları değil, umut taşıyacağız dünyaya. İşte o zaman bu tabutların içinde çocuk bedenleri değil, uluslararası dünyanın kirli tezgahları, BM’nin suskunluğu, AB’nin tel örgüleri, emperyalizmin paylaşım planları, mezhep asabiyeleri, ulusal çıkar putları, Şebbiha medyasının algı operasyonları ve ümmetin sessizliği olacak.
O halde biliyor ve haykırıyoruz ki; ancak bir olursak, biz olursak başaracağız.
Özümüze döner, Allah’ın ipine topluca sarılırsak kazanacağız.
Bu vesileyle, bir kez daha İdlib’deki kimyasal katliamı ve sorumlularını lanetliyoruz. Bu saldırıda yaşamını yitirenlere Rahmandan rahmet, yaralananlara Rabbimiz’den acil şifa diliyoruz. Ümmetimizin başı sağolsun."