Geçmiş yılların yorgunluğu üzerime bir kabus gibi çöktüğü gecelerden birindeydim. Ne geçmişi hatırlamak istiyordum ne de gelecek için bir hayal kurmak istiyordum.
O anın gizemine sığınarak, sancılı dünyanın urganına ömrümü geçirmekti tek isteğim...
Evet yanlış duymadın, yaşamıma son vererek bir hiç uğruna heba ettiğim yıllarımı arındırmak istiyordum.
Akrep ile yelkovan birbirini kovalarken, kan kırmızısına boyanmış düşlerimle güneşin doğuşunu karşılamış pencereme vuran ilk ışıklarla yeni bir günün selamını almıştım.
Derin bir nefes çekerek girdabında boğulduğum kasvetli ruh halinden çıkmak istedim.
Sabahın çok erken saatiydi.
Penceremi açtığımda görmüş olduğum manzara çok ürkütücüydü. Ruhu ölmüş evlerin derin sessizliği vardı. Evlerin duvarlarında sitemler yazıyordu sanki ama o duvarların bir okuyanı yoktu.
Garip ama ben o gün ruhu ölmüş evlerin duvarlarında yazan yazıları okumuştum.
Herkes can çekişiyordu, kirli bir denizin tuzlu suyunda boğulan gençliğin kara kalemle çizilmiş resmini en ince detaylarıyla okumuştum.
Işte o sabah ben kendimi dünyanın merkezine koydum ve deniz mavisi gözlerimle hayata bir başka bakmıştım.
Gururluydum, umutluydum dahası inançlıydım.
Bu hissiyat başka nasıl anlatılabilirdi ki?
Mahalle arasında maç yaparken gol atan bir çocuğun sevinçten dört köşe olması gibiydi mutluluğum...
İşte şimdi tamam olmuştum, eksik olan ne varsa tamamlamıştım.
Peki ya sen?
Tam mısın, yarım mısın?
Yoksa hala o silik duvarlarda okunmayı bekleyen sitemli yazıların baş kahramanı mısın?
Eylül Ayça KARAKUŞ..