Değerli Okurlar;
20 Ocak 2018 târihinden îtibâren ülke gündemimizin odak noktasını oluşturmakta olan ‘Zeytin Dalı Harekâtı’ ile Türkiye Cumhuriyeti’nin Suriye topraklarında yürütmekte olduğu terör ve bağlı suç unsurlarına yönelik operasyonlar, herkesçe mâlûm olduğu üzere hız kesmeden devâm etmektedir. Zâten herhangi bir haber kanalı vâsıtası ile hakkında kolayca ayrıntılı bilgi sâhibi olmanın mümkün olduğu zikredilen husûsun kendisinden ziyâde, ilgili coğrafyanın yalnızca bir asrı bir on yıl daha devirmiş bulunan târihi seyri hakkında birkaç satır yazmayı tercih etmekteyim.
‘Târih değil, hatâlar tekerrür ediyor’ sözü ile de hâfızalarımıza kazınan, bir kesim tarafından ‘Ulu Hâkân’ (biraz fazla yüceltme söz konusu), diğer gürûh cenâhından ise ‘Kızıl Sultan’ (aslâ katılmamaktayım) olarak anılmakta olan Sultan II. Abdûlhamîd Hân; her türlü iftirâ ve mesnetsiz iddiâlardan münezzeh bir biçimde, Ortadoğu’nun değerini ve batılı devletler nezdindeki ederini, oldukça iyi bir biçimde kavramış bulunan yegâne devlet adamıydı diyebiliriz.
II. Abdûlhamîd’in büyük önem verdiği üç kilit nokta olan ‘Tuna, Hicaz ve Kafkas’ kapılarından birinin giriş yolu niteliğini taşıyan Suriye, geçmişte olduğu gibi bugün de kritik önemini korumaktadır. Kargaşanın aslâ eksik olmadığı, Ortadoğu coğrafyasının mihenk taşı vasfını hâiz Suriye; iç istikrarsızlığının yanı sıra, kendi politikasının yerine güçlü devletlerin politikalarına hizmet eden bir kukla imajı da çizmenin bedelini ağır ödemiş gibi görünmekte ve hâlen de ödemektedir.
110 yıl evvelinde, Sultan Abdûlhamîd’in tahttan indirilmesi ile sekteye uğrayan Ortadoğu’ya dâir sürekli politikaların içindeki büyük pay sâhibi olan Suriye toprakları, bir on yılın daha geçmesi ile İngiliz ve Fransız işgâlleri altında geçecek onlarca yıla ve âkâbinde ise gayrî resmî Rus mandaterliğine teslim olmak zorunda kalacaktır. Musul ve Kerkük öncülüğündeki Irak toprakları kadar değerli petrol arâzîlerine ev sâhipliği yapmıyor olmasından mütevellit İngilizlerin kirli ellerini erken çekmesi ile başlayan sayısız himâye devri, sınırları içinde yaşayan halkın da perişân olmasına neden olmuştur.
Farklı, fakat ilişkili bir konuya geçiş yapacak olursak; 2012 yılından beri yaşanmakta olan tüm bu gelişmeler, târihi iyi bilenler için âşinâ olunan, ancak yine bu sebeple de tedirginlikle karşılanması gereken bir olaylar silsilesini doğurmuş ve sürecin daha kat edeceği birçok gelişmenin varlığını da işâret etmektedir. Târihten ders almayı bilenlerce titizlikle ölçüp biçilerek, dikkatle atılması gereken adımlar beklenmekte ve sağduyunun başrolde olduğu bir stratejinin geliştirilmesi ümit edilmektedir. Küçük gibi görünen nice olaylar, kitlesel felâketlerin yaşandığı nice târihî vâkâya dönüşmüştür. Yakın geçmişte yaşanan, aşağı yukarı herkesçe bilinen; ‘Avusturya - Macaristan İmparatorluğu Veliahdı Franz Ferdinand’ın, 28 Haziran 1914 günü Saraybosna'yı ziyâreti esnâsında bir Sırp milliyetçisi olan ‘Princip’ tarafından öldürülmesi hâdisesi, küçük bir kıvılcım olarak çakmış ve zâten tüm şartları oluşmuş bulunan ‘Büyük Savaş’ın patlamasına neden olmuştur.
Jeopolitik konumu gereği dün de aşağı yukarı aynı denge unsurunu sağlayan ‘Türk Yurdu’, o günkü ismi ile ‘Osmanlı Devleti’; yine bu kargaşanın tam ortasında kalmış ve bir tarafı seçmek zorunluluğu dayatılarak, felâketin merkezine sürüklenmiştir. ‘İttihât ve Terakkî’nin tabanını oluşturan Alman hayranlığının neden olduğu, ‘Goben ve Breslau’ isimli gemilerin, ‘Yavuz ve Midilli’ isimlerini alarak himâye edilmeleri ve Türk bayrağıyla Rus kıyılarını bombardıman etmeleri üzerine Türk Milleti de bu savaştan nasîbini almış; daha doğrusu ‘Hasta Adam’ Osmanlı Devleti’nin topraklarından payını almak isteyen Batılı devletlerin plânlı hareketleri sonucu felâkete yuvarlanmıştır.
Târih, kimilerine göre tekerrürden ibârettir; kimilerine göre de yalnız ve biricik olaylardan oluşur. Kimilerine göre ise işe yarar bir vasfa sâhip dâhi değildir(!) Kullanışlılık ve yararlılık özellikleri açısından bakıldığı takdîrde, aynı şartlar dâhilinde, aynı olaylar, aynı sonuçları vermese de târih; benzer sonuçlar doğuran, benzer olaylardan oluşur ve bir ‘sosyal bilim’ olarak değerlendirilme sebebi de işin içine ‘yorumlama ve önceki tecrübelerden hareketle öngörme’ yetisinin de girmesidir. Târihten ders almak, geçmişteki hatâların tekrârına düşmemek ve geleceğimizi daha iyi bir yönde şekillendirebilmek anlamına gelmektedir. Artık hatâlarımızın tekerrür etmemesi dileğiyle…
Esen kalın…
SEFA YAPICIOĞLU