TARİHİN LABORATUVARI VE DENEKLERİ

Hakan Dalay

 

Değerli Okurlar;

Târihin bir bilim dalı olup olmadığı hakkındaki tartışmalar, geçtiğimiz yüzyıldan beri devâm ediyor ve uzun bir süre daha devâm edecek gibi görünüyor. Meseleyi ilk kez duyan ve 'elbette ki bir bilim dalıdır' diyerek, şaşkınlığını gizleyemeyen çoğunluğun yanı sıra; böyle bir şeyin 'tabiî ki mümkün olmadığı' savındaki, müstehzî kitlenin birey sayısı da yadsınamaz düzeyde...

Her şeyden önce, târihe saygın bir bilim gözüyle bakmayan insanların, bu davranışlarının altında yatan psikolojiyi iyi anlamak ve konuya dâir öne sürdükleri ortak nedenleri, lâyıkıyla tetkîk etmek gerekir. Bunun için de öncelikle, bir 'bilim' olma sıfatını kazanmış ve dünyâdaki mevcut ortak kanaatçe bu vasfı tartışmasız olarak kabûl edilmiş bilimsel branşların genel özelliklerine göz atmak gerekir.

Genel anlamda, çok da derine inmeden 'Pozitif Bilimler' kategorisi ile adlandırabileceğimiz bu bilim dallarının en önemli özelliklerinden biri; 'kesinlik' arz etmeleridir. 'Matematikteki' sayısal verilerin ve işlem sonuçlarının 'değişmezliği', meseleye dâir basit bir örnek olarak gösterilebilir. Yine 'Fizik, Kimyâ ve Biyoloji' gibi ağır başlı bilim dallarının da bu özelliğin yanı sıra; birden fazla 'bilimsel' nitelikleri vardır. En önemli olanı ise 'gözlem yapma' olarak zikredilebilir.

Öyle ya, bir bilim dalı gerçekten de 'gözlem'e, 'deneme yanılma' metoduna ve bunlar için bir 'laboratuvar ortamı'na; nihâyetinde de 'tüm şartlar aynı olduğu takdîrde, dâimâ aynı sonuca ulaşılacağı' savına erişmeli ve bunu ispât etmelidir. 'Şartların değişmezliği' ve buna bağlı olarak 'sonucun kesinliği', bilimsel düşünce ve hareketin başlangıcını teşkîl eder.

Bu çerçevede değerlendirme yaptığımız takdîrde ise; târihin bir bilim dalı olmadığı sonucuna ulaşmamız, çok doğaldır. Ancak göz ardı edilen nokta; târihin 'sosyal' bir olgu olduğudur. Târihin incelediği ana konu ise 'insan' ve insanların 'eylemleri' ile bu eylemler sonucunda ortaya çıkan 'olay' ve 'olgular'dır. Târihî olaylar, yapay bir laboratuvar ortamı kurularak incelenemez. Üstelik târihte 'şartların değişmezliği', bizi hep aynı sonuca ulaştırmaz. Çünkü aynı şartlar muvâzenesindeki birçok farklı olay, her defâsında farklı şekilde sonuçlanabilir ki; târihî seyir içinde, bu defâlarca baş göstermiştir.

Yâni pozitif bilim dallarının temel ortak özelliklerinden olan 'kesinlik' ve 'şartların değişmezliği'; maalesef târih için imkânsızlıktan ibârettir! E tabiî ki, daha baştan durum böyle olunca; târih de bilimsellikten uzak damgası yemeye mahkûm olmuştur. Ancak bu da meseleye çok yüzeysel yaklaşanların vardığı bir sonuçtur.

Târihi kendi kategorisi içerisinde ve kendine has şartlar dâhilinde incelemek îcâp etmektedir. Bir kere, eğer târihî seyri yönlendiren 'insanlar' ise ve târih ilminin incelemeleri içinde, başta insanlar yer alıyorsa; durumun karışıklığını teslim etmek gerekir. Çünkü söz konusu insan, 'Biyoloji', 'Fizyoloji' yâhut 'Anatomi' tarafından incelenen, hareketsiz bedenler demek değildir. Târihî alandaki insan; 'fikir', 'eylem' ve 'toplum' bazında ele alınan, tepkileri ile dünyânın gidişâtına yön veren, kanlı canlı, duyguları ile hareket edebilen, 'karmaşık' bir yapıdır.

Meselenin bu boyutunu kavradıktan sonra, târihin bilimsel niteliklere de sâhip olduğunun ispâtına geçebiliriz. Yukarıda, pozitif bilimlerin temel ortak özelliği olarak zikrettiğimiz 'gözlem ve deney yapma' metodu, aslında târih için de geçerlidir. Târih, zâten yapılan gözlemlerin kaydedildiği ve nesilden nesle aktarıldığı; karmaşık bir bütündür. 'Laboratuvar ortamı' meselesine gelince, târihin laboratuvarı; yaşadığımız dünyânın ta kendisidir!

Târih, en eski devirlerden beri meydana gelen gelişim ve olayları kaydeden; bu devâsâ laboratuvar ortamında, sürekli farklı zaman ve mekânlarda, deneylerine ve gözlemlerine devâm eden, üstelik bilimin bizzât kendisinin dâhi târihini meydana getiren ve bilimsel gelişmelerin sürekliliğini sağlayarak ona ışık tutan, koskoca bir bilim dalıdır! Onun bilim insanları, 'târihçiler'dir. 'Deney gözlem raporları' ise; kâh destanlar ve efsaneler, kâh târihî vesîkalar, kâh vâkâyinâmeler, kâh 'arkeolojik' ve 'antropolojik' bulgulardır. Denekleri de 'insanoğlu'nun ta kendisidir!

Târih, tüm insanlığın 'özgeçmişi', 'kimlik belgesidir'... İnsanoğlunun vâr olma mücâdelesinin, sürekli yeni ciltler ile ilâvesi yapılan; 'ansiklopedisi'dir. Bilim denen kavramın, bizzât kendisinin ortaya çıkış sürecine ışık tutan ve bilimsel gelişmelerin de kuşaktan kuşağa aktarılmasını sağlayan; kayıtlarını tutan, geniş hacimli bir bellektir.

Bilim, kendine has prensiplere sâdık kalarak, sürekli araştırma ve inceleme yapma döngüsüdür. Her bilim, kendi alanı dâhilinde ilerleme kaydetme dürtüsünü taşır. Târih de kendine özgü kâideler çerçevesinde, şüphesiz ki insanlığın gelişimine hizmet eden; ulusların hatalarını kayıtlar ve kayıtların yorumları ile kendi yüzlerine vuran, milletlerin aynı yanlışlara düşmesine engel olma dürtüsüne sâhip bir 'bilim dalı'dır.

Esen kalın…

 

Sefa Yapıcıoğlu