Yaptığı işi gönlünde hissedenin içinde ırmaklar çağlar." Mimar Sinan.
Dostlar;
Bugünde sizlere benim de hemşehrim,
İzmir'de saçı nakış gibi işleyen bir usta kuaför, Erzurum'un Tortum ilçesinin Alapınar köyünden İzmir'e uzanan başarılarla dolu ilginç bir hayat öyküsü olan. Markalaşmayı başaran bir kadın kuaföründen, doğayı korumak için mücadele eden bir aktivistliğe uzanan ilginç bir yaşam ve başarı hikayesine sahip bir değerimizden Harun Cici'den bahsetmek istedim.
Dostlar;
Başarmanın ön şartı "inanmak, azim ve kararlılıktır" bir çok kaynaktan elde ettiğim verilere bakılırsa Harun Cici'yi başarıya ulaştıranın da "başarının ön şartını" sabırla yerine getirmiş olması gibi gözüküyor.
Dostlar;
Harun Cici hakkında yazılacak onlarca argüman var ama ben fazla detaya boğmamak adına uluslar arası bu marka değerimizin kendi yaşam süreci ile ilgili yaşanmışlıklarını kendi ifadelerinden alıntılarla yansıtmaya çalışacağım.
İsterseniz geliniz bu bağlamda,
Harun Cicinin ilginçlikler ve başarılarla dolu hayat hikayesine kısaca bir göz atalım.
Harun Cici kendisi ile yapılan bir röportajında;
1962 yılında Alapınar köyünde doğdum. İlkokulumu köyümde bitirdim. Ortaokula geçeceğim zaman aile karar aldı. Burada geçim zor. Geçimin kolay olduğu bir yere göçelim dediler. Belirlenen şehir İzmir oldu.
Batıya göç eden bir doğulu aile ne yapar? Ya fırıncı olacaksın ya inşaat işçisi. Tabi bizim aile İnşaat işlerine başladı. Öyle göç eden bir ailenin çocuğu olarak boş gezemezsiniz.
Sizin de aileye bir katkınız olmalı.
Benim nasibime ise kuaför çıraklığı düştü. Dedim ya ilkokulu köyümde bitirdim diye buraya geldiğimiz zamanda Karataş’ta Hacı Şakir Ortaokulunda okudum. Bir taraftan çırak diğer taraftan talebe oldum.
Derken 16 yaşıma geldiğimde kendi salonumu açtım. Dedim ya ben bir Anadolu gerçeğiyim. Geçinmek için çalışmak zorunda kalan insanların coğrafyasındayım. Geçinmek için göç eden bir ailenin çocuğu olarak çalışmak zorundaydım. Öyle okuyan tahsilli olan bir ailenin çocuğu kuaför salonlarında çıraklık yapmaz ama benim ailem gibi ailelerin çocukları çalışmak zorundadırlar. Bu zorunluluk benim yeteneğimi gün yüzüne çıkarttı.
Bu işten aş yedim, eş buldum, evlat yetiştiriyorum. Bu hayat mücadelesi içerisinde okumayı kendimi yetiştirmeyi bırakmadım ve kendimi yetiştirdikçe hem işime farkındalık kazandırdım hem de ülkeme ve insanlarıma karşı duyduğum sosyal sorumluluğumun farkına vardım. Şimdi alaylı olarak yetiştiğim mesleğimde mekteplilerin yetişmesi için çaba sarf ediyorum.
Devamında;
Bir aktivist olarak faaliyetleriniz dikkat çekici. Aktivist nedir ve hayatınızda aktivistlik nasıl başladı? Neler yaptınız?
Aktivist bir değişiklik yapmak için mücadele eden, bunun için eylem yapan kişidir. Benim aktivist anlayışım çevreye, kırsal ekonomiye, kırsal yaşamı desteklemeye yönelik eylemleri kapsar. Bu aslında bir taraftan bulunduğumuz coğrafyaya, doğduğum ve doyduğum topraklara karşı duyduğum bir şükran borcunu yerine getirmek diğer taraftan ise markalaşmanın bana getirmiş olduğu sosyal sorumluluğumu yerine getirme gayreti.
2007’de Unesco’nun Mevlana yılıydı. Leningrad’da Neva köprüsünün üzerinde Mevlana felsefesiyle, ‘Kim Olursan Ol Gel’ felsefesiyle saçta ve teatral şovla sunum yaptık. Muhteşem ses getirdi. Ondan sonraki süreçte ‘Doğa Çöl Olmasın’, ‘Çocuk Gelinlere Hayır’ gibi projeler yaptık.
İspir kuru fasulyesinin yetiştirilmesi için bir projeye daha imza attık. Köye dönüş kapsamında insanların terk ettikleri ana topraklarına dönmelerini hiç değilse senede bir kez gelip ziyaret etmeleri için kampanyalar başlattık.
En son ise “Tortum Çöl Olmasın” diye bir proje başlattık amacımız, kuraklığın kendini his etmeye başladığı bu günlerde ormanlar yetiştirilerek hem çölleşmeye hem de kuraklaşmaya karşı mücadeleye bir katkı sağlamak istedik. Bu kapsamda bir milyon ağaç fidanını toprakla buluşturacağız.
Ben de; ufku açık uygulanabilir hayalleri ve öngörüsü olan bu marka değerimize sağlıklı bir ömür dilerim.
Esen kalın...