Yazar Gönül Yılmaz Karaer’in ilk romanı olan ‘Ve Allah Kadını Yarattı’ Anadolu kadınının erkeklerden çektiği eziyeti anlatan bir kitap. Yaklaşık on gün önce piyasaya çıkan kitap okunması gereken kitapların başında geliyor.
Anadolu kadınına ithaf edilen Ve Anadolu'da bir kız yurdu yapımına ön ayak olmak üzere telif hakkını da armağan ederek VE ALLAH KADINI YARATTI adlı ilk kitabımız yolculuğuna başlamıştır.
‘Ve Allah Kadını Yarattı’ kitapçı raflarında yerini aldı.
Yazar kitabını şöyle anlatıyor;
Tüm kadınlara ithaf ettiğim Anadolu kadınlarının acılarının eli tonunu, feryatlarının vakurlu sessizliğini dile getiren ilk kitabım.
Tüm acıların baş döndürücü kısmı, din istismarı ve eğitimsizlik olduğunu.
Aydınlık, başına şeytanca getirilecek şeylere, tehlikeli uçurumlardan atılmadan, ateşli potada biçim verilmeden karşı durmayı öğrettiğini acılarla öğrendik.
Ve kitabımız Anadolu’nun en güzel kasabalarından biri olan Divriği’de geçiyor.
En büyük dileğim, naçizane, kitabımın teyit haklarını Divriği de bir Kız Yurdu yapımı için ön ayak olmaktır.
VE ALLAH KADINI YARATTI
SENEM’de; Anadolu’nun tam ortasında, doğurgan ilkbahar çiçeklerinin afsunlanmış kokularıyla, 1789 Paris’ine uzanıp, demokrasi ve özgürlük adına ekmekleri ellerinde Versailles yürüyen kadınların başında Giulietta olursunuz. Kasabada ise, hazan rüzgârlarına dokunmamış baharın ilk çiçeği Senem olur, aşk ve çaresizliğin akkor gibi yaktığına aldırmadan sırtınızda al elbisenizle haksızlılara baş kaldırırsınız...
Pir Sultan’ları, Hacı Bektaş’ları, Dadaloğlu’larını, Yunus Emre’yi boz kırda Anadolu kızına aşık olmuş Beethoven ile buluşturup ‘’Anadolu’ya Övgü ’’ve ‘’KADERİN YENİDEN YAZILDIĞI’’nı yeniden besteletirsiniz. Cem Ayinlerinde göğe yükselip Tanrı’dan aldıklarınızı kula verip dara durursunuz. Zakirlerin tezenelerinde canların ve Tanrı’nın önünde vicdan temizliğini yapıp Yaradan’da bir olur, sevgi ışığına dönersiniz,
Okumak uğruna, bir, kolum, bir gözüm, bir ayağım olmasın derken, sizi okuldan alıp evlendirenlere yüreğinizin derin uçurumlarından gelen yırtıcı çığlıklarınız, yakıcı duymamazlık ile karşılaşır.
Baharın yıkıcı selleri coşkusuyla Beethoven’den başka aşk bilmeden, hülyalar ve esintiler dolu yakıcı bir aşk yaşarsınız. Kurtulmaya çalışırken aşk binlerce ışıltıyla onu sarmalar, yakıcı sırlar içinde kayıp olursunuz.
Düğün günü babasına sığınan Senem, boynuna sarılan erguvani ışıktan hem kurtulmak hem de kurtulmamak çıkmazında soğur buz misli. Kaderin çıkmaz sokağında kala kalmıştır çölde kum fırtınasına tutulmuş körpe fidan gibi
YADİGAR’da, henüz ana karnındayken, başak tarlaları gibi bölük bölük saçlarını babası bir kez bile okşamadan, yavrum diyen yumuşak ama başı karlı dağlar kadar güçlü sessini duymadan. Maden ocağında grizu patlamasında onu kara topraklara göz göre gönderenlere hesap sordurulmadan acısı böğründe boğumlanmış büyürsünüz
,Anadolu’nun kıraç topraklarında, yaz başlangıcı çiçekleri gibi nazlı, bahar esintisinde kalmış gelincik gibi mahzun bakışlı Yadigarın babayiğit Cuma’ya olan aşkı ruhunun en derinlerinde akan çağlayanken; ansızın siyah kirli demir pençeler yakalar onu.
Gökyüzünden henüz yeryüzüne inmeden asılı kalmış beyaz bulutlar kadar temiz olduğunuza aldırmadan, yüz yılardır kullanılmamış hayvan pislikleriyle dolu izbe nemli kalenin zindanına atarlarken suskun karanlığın siyah duvarlarında ansızın hayatın sessi durur.
Sorgusuz sualsiz, kaderinizin kirli yürekler tarafından yazılmasını beklerken karayılan ve yavrularıyla arkadaş olursunuz. Unuttuğunuz yaşlarınızı kara buharlaşmış ahır kokularında geçirirsiniz. Yüreğinizde her şey sönse de tapınak bekçisi gibi hemen yanı başınızdaki uçurumdaki kaya kovuğunda bekleyen Cuma’ya olan aşkınız sönmeyecek, cehennemde cennetiniz olacak gizemli zıtlıklar içinde.
Sucunuz, aşk mektubunu almaya gittiğinizde devletin temeline dinamit koyup rejim değiştirme derdine düşmüşleri, çökmüş duvarlar arkasında kararmış suratlı gölgeleri görmeniz.
Ve kaderinizi de onlar yazacak. Çirkinliğin bütün ağırlığıyla üzerinize doğru gelirlerken,devlet görevlilerinin pantolon fermuarlarını size doğru indirdiği anda, sizin solgun yazgınız yeniden yazılacak….
(AZADİYE), ŞAHMERAN ‘da babası tarafından vahşi şehveti için küçük kızını; üç kilo altına bir gözü patlak bir gözü yeşil saydam, kambur ve 65 yaşında Notre Dame kamburundan daha çirkin birisine satılıp, okuldan alınarak, bir gece aralanan tahta kapıdan içeriye karanlığa itilirsiniz. Siyah paslı kilit vurulur özgürlüğünüze ve ruhunuz ve vücudunuza hüzünlü gölgeler sarar dört bir yanınızı.
Gün ışığı dahi girmeyen tahtalarla cevrimmiş Tanrı’nın bile görmekten çekindiği karanlık derin labirentler içinde yaşarsınız yaşamın gizemli tınından uzak. Merhamet ya ve vicdanın kör ve sağı olduğu bakır kızılı karanlıklarda.
Cehennemi andıran kirli zindanlarında,ruhu cehennem zebanilerinden daha karanlık, insanı sıfatı bulunmayan birisi sizi iğfal eder, ve koç başlı bir oğlunuz olur, onunla hayata tutunmaya çalışırken…. Darağacınız kurulur. Bu kez kaleme bakar durursunuz, Araflarda
Kısacası, hepsi bizden biri, onlar acının elli tonunu yaşarken bizlere de aynı acıyı yüreğimizin en derinlerinde yaşatanlar onlar.