Sevgili Canlar biliyorsunuz geçen haftaki yazımda yaklaşmakta olan 10 Kasım nedeniyle Üç bölümlük Yaklaşan Hüzün adıyla sadece Ulu Önder Atatürk'e ayıracağımı belirtmiştim.
Şimdi devam ediyoruz,
Sade Bir İnsan Portresi:
Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK
Mustafa Kemal Atatürk, Türk tarihinde eşsiz bir yer kazanmakla kalmamış, eserleri, davranışları, düşünceleri ile Türk milleti için liderliğini hayattan çekildikten sonra da sürdürmüştür. O sebeple Atatürk’ün kişiliğinin belirli yerlerini ortaya koyan özellikleri nelerdir diye bir soru sorsak, hemen hemen hepimiz şu satırları dile getiririz:
O, çok yönlü bir insandı...
Vatan kurtarıcı, teşkilatçı insan, büyük komutandı. Devlet kuran, yaşatan insandı. Usta politikacı, örnek inkılapçı idi. Hem düşünce, hem hareket adamıydı.
Milletine yeni ufuklar açan insandı. Akıla, bilime dayanan; istiklal ve hürriyete gönül veren, yaratıcı, yüksek zekalı, özverili, sağlam karakterli, görev ve sorumluluk duygusu kuvvetli, iyi kalpli, açık yürekli, vefalı, güzel konuşan, güzel yazan, inandırıcı, disiplinli, birleştirici, toplayıcı insandı ve daha başka sevdiğimiz bir insana yakışabilecek ne kadar olumlu sıfat varsa sayabiliriz.
Mesela... Hayalci değil, gerçekçi; karamsar değil, iyimser; maceracı değil, hesapçı; atılgan, ama ölçülü; vatansever ve milliyetçi, ama aynı zamanda insancıl; öngörüşü kuvvetli, bütünü kavrayan geniş görüşlü ama ayrıntıları da dikkate alan; yüksek nitelikte asker olduğu kadar aynı derecede sivil olmasını da bilen, hayatı yaşamayı, neşeyi seven, heyecanla çalışan, yılmaz insandı. Sarsılmaz ve yenilmez iradeli, ilke adamı, idealist insandı.
Bu niteliklerin hepsi Mustafa Kemal Atatürk’te toplanıyordu… Hepsi de doğrudur. Hatta O, her yönü ile başarıya, başarılara ulaşan insandı. Dahi idi. Kimsenin yapamadığını yapmıştı. Eşsizdi ve hepsi bir yana O, sade bir Türk çocuğu idi. Dolayısıyla Türk milletinin portresini sadakatle çizen, aynı zamanda Atatürk’ün portresini de çizmiş olur. Öyle ki, daha önce hiçbir Türk devlet başkanının yapmadığı bir şekilde Türk olmaktan duyduğu gururu açıklayan bir soyadı aldı; ATATÜRK...
Mustafa Kemal Atatürk’ün, günümüzde daha çok komutanlığı ile devlet adamlığı ön plana çıkarılmaktadır. Halbuki, Cumhuriyetin onuncu yıldönümünde “Mustafa Kemal en büyük varlıktır; Türkiye’nin yaratıcısıdır; kurtarıcısıdır” vs. şeklinde pek çok afiş hazırlanmışken, O, hepsini silmiş ve “Mustafa Kemal Bizden Biridir” demiştir. Gerçek Atatürk’ü anlatabilmek için her şeyden önce O’nu, “Bizlerden biri; bir insan” olarak ele almak, öyle incelemek şarttır. Esasen Atatürk’ün sözleri, insanı hem kendi kişiliği, hem de milletinin kişiliği üzerinde düşünmeye sevk ediyor. Sonuçta büyük adamların varlığı bir tesadüfün eseri değildir. Büyük adamları, ancak büyük milletler yetiştirebilyor.
Bir insanın kişiliğinin oluşumu ve gelişmesinde elbette mesleği, gözlemleri, tecrübeleri, çevresindekiler vs. büyük etkiler yapar. Bu tabiidir. Yalnız bir kişiliğin çoğu zaman “kendisi” olmadığı da bir gerçektir. Bu noktada Mustafa Kemal Atatürk’e baktığımızda, kişilik olarak O, “kendisi” idi. Daha Harp okulunda iken tatil günlerinde kitap okumasına takılan arkadaşları, dersleri ile kendisini bu kadar harcamasının sebebini sorduklarında “büyük biri olmak istiyorum” demişti.
Takıldılar ona… “İnşallah padişah olmayı düşünmüyorsundur?” diye.
“Hayır” dedi. Bakışlarını ufka çevirerek;
“Ben, Kendim olmak isterim”. O büyük adam, “kendisi” oldu.
Bu diyalogu daha iyi anlayabilmek için Voltaire’in, Lenin’in hayatına bakmak yeterlidir. Bunların oynadıkları rolleri ile kişilikleri arasında o kadar büyük farklılıklar var ki, yüz çizgileri bile sahiplerinden çok farklıdır.
Mustafa Kemal’in vücut yapısının, bazen pek dinlenmeden yaptığı, çetin çok yorucu çalışmalara, ağır sorumluluklara, büyük heyecanlara oldukça uzun süre dayanacak kadar sağlam olduğu anlaşılıyor.
Büyük nutkunu yazarken münavebeli olarak çalışan görevlilerin bitkin düştükleri anda bile kısa bir aradan sonra tekrar çalışmaya başlaması herkesin dikkatini çekmiştir. Aslında uykudan pek de hoşlandığı söylenemez. Onun bu konuda “hayat pek kısa, çocukluk ve mektep hayatı bir kısmını alıp götürüyor, geriye kalanını da uyku yarıya indiriyor. Uykusuzluğu giderecek ve vücuda gerekli dinlenme gıdasını verecek komplimeler icad edilse ne iyi olurdu” dediği bilinmektedir. Asker olmasına rağmen koşmak, atlamak gibi davranışlardan ve bu tür fillere dayalı oyunlardan hoşlanmazken, hızlı yürümeyi tercih eder, etrafına bakınarak dolaşmazdı. O’nun dış özelliklerinden ziyade iç özelliklerinden bahsetmek gerekir. Zira, Mustafa Kemal’in gözle görülen tarafları kadar büyük inkılapçı, büyük devlet kurucusu, büyük vatan ve millet kurtarıcısı vasıflarını da ancak bu suretle daha iyi anlamış oluruz. Bu iş, yani Atatürk’ün iç âlemine nüfûz; ancak, O’nun yanında bulunmak ve ruhî tepkilerini yakından izlemek fırsatını bulanlardan öğrenilebilir. Esasen Mustafa Kemal gizli kapaklı bir adam değildi. Frenklerin “franchise” sözüyle ifade ettikleri açık kalplilik O’nun başta gelen niteliklerinden biriydi ve bunun ışığında birtakım tahlil metotlarına, birtakım ruh incelemelerine girişmeksizin O, hiçbir karanlık noktası kalmadan apaydın görülebilir. Nasıl ve ne özellikte görülmektedir denilirse? Her şeyden önce, kelimenin bütün mânasıyla bir büyük insan olarak.
Mustafa Kemal Atatürk’ün çocukluğundan beri bütün davranışlarında en çok göze çarpan özelliği gururu, benliğidir. Karakterinin özü bunlardır dersek yanılmış olmayız. Zira bu özelliklerini O’nun her davranışında bulmak mümkün olduğu gibi, hiç taviz vermediğini görmek de mümkündür. Öyle ki, öğrenciyken, yaz tatillerinde Selanik’e gitmesine rağmen, kırgın olduğu annesine uğramaması onun bu konuda ne kadar titiz olduğunu ortaya koyar.
Mustafa Kemal’in öğrencilik yıllarında Manastır’da beraber bulunduğu arkadaşlarından biri O’nu, şu sözleriyle tanımlamaya çalışır. “Genellikle bizden ayrı kalırdı, kendi içine kapanır kimseyle fazla samimi olmazdı. Bununla beraber sıkıcı değildi. Tam aksine karakteri neşeli ve tavırları sevimliydi. Şu gariptir ki, kendisini bize kabul ettirmeye çalışmadığı halde, biz farkında olmadan kendiliğimizden onun emrine girmiş gibiydik.” Demek ki, O’nun tatlı sohbeti, cömertliği, düzgün tavır ve hareketleri arkadaşlarını kendisine bağlamaya yetmiş. Esasen pek çok kişide görülen bir kusur olan kendisini beğenmişlik onda yoktu. Ama yalnızlığı daha sonra da devam etmiş ve hizmetlisi C. Granada yazdığı hatıralarında O’nun için “koca köşkte yapayalnızdı” demek zorunda kalmıştır.
O, Falih Rıfkı Atay’a hatıralarını anlatırken; “Çocukluğumdan beri bir tabiatım vardır. Oturduğum evde ne anne, ne kız kardeş, ne de ahbapla beraber bulunmaktan hoşlanmazdım. Yalnız, müstakil bulunmayı çocukluktan çıktığım zamandan itibaren daima tercih etmiş ve sürekli olarak öyle yaşamışımdır. Tuhaf bir halim daha var. Ne anne, ne kardeş, ne de en yakın akrabamı kendi zihniyet ve telakkilerine göre bana şu veya bu tavsiyede ve nasihatlerde bulunmasına tahammülüm yoktu.” demektedir. Burada ilk akla gelecek soru herhalde “Acaba Mustafa Kemal Latife Hanım’dan bu yüzden mi boşandı?” olacaktır. Bu soruya “kesinlikle hayır, o boşanmanın çok daha derin sebepleri bulunmaktadır” şeklinde cevap verilebilir. Bu doğrudur. Esasen O, boşanmalara karşı birisiydi.
Mustafa Kemal, tanıdıklarından biri evlendiği zaman çoğu kez haber vermeden onun evine gider, her odayı dikkatli bir gözle denetler, eşyanın düzenini eleştirir, perdeleri düzeltir, özellikle de yatak odasının döşenişine ve banyoya çok dikkat ederdi.
Devam edecek...
Erdal Özyıldız