Bazı dönemler kapatıyorum kendimi haberlere. Bütün olumsuz kötü haberlere bir set çekiyorum. Bakmıyorum, görmüyorum, bilmiyorum. Dünyada ne olmuş ne bitmiş, ülkede kim kimi doğramış, sakatlamış hiç haberim olmuyor. Bazen bir haber tetiklliyor ve otomatik kapanıyorum o zaman.
Değiştirmeye gücümün yetmediği, bana sadece çaresizlik yaşatan haberleri okumuyorum, izlemiyorum. Yanımda konuşuyorlar, onu gördün mü, buna baktın mı. yok hiç haberim yok. Aptal kız oluyorum bir süre. Ruh detoksu gibi, iyi oluyor.
Çünkü herkes gibi okuyup geçemiyorum. Takılıyorum orada, o haberde. Nereye gitsem zihnimde benimle geliyor görüntü. Çok etkilendiysem hele günlerce oturup ağlıyorum, elimde değil.
Canım İzmirimde yangınlar başladığında hemen haberleri açtım, sosyal medya, gazete, televizyona yapıştım.
Şimdi söner, birazdan sönecek derken saatler geçti sönmedi. Gökyüzü kızıl siyah oldu. Tam üç gün boyunca ızdırap devam etti.
Haberleri takip ederken kaçamadığım bir görüntüye rastladım ve kalbim acıdı. Hem nasıl acıdı…
Bir anne kuşun, yumurtalarını bırakmayıp orada öylece, onların yanıbaşında yanarak can verdiği tek kare. Yetti bana.
Onun hemen yanındaki yarısı erimiş tavşana bakarken kapat düğmeme bastım ve kapandım yine.
Bakmazsam bilmem, bilmezsem acı çekmem diye kapandım. Ama bu cayır cayır yanarak ölen sayısız canlının çok acı çektiği gerçeğini değiştirmiyor.
Gözlerimizi de kapatsak, kulaklarımızı da tıkasak sonuç değişmiyor. Çok büyük acı çektiler.
Onlar nefes alan, kalbi atan canlılardı. Ağaçlar da öyle. Onlar bizim nefesimizdi, nefesimiz kesildi.
Aslında bu bir cinayetti.
Bir dikkatsizlik, bir sorumsuzluk ve onu takip eden basiretsizllikti.
THK’nın eski başkanının sözlerini duyduğumda donup kaldım. Gerçek olmasın dedim. Olmasın ki, bu öngörülemeyen bir doğal felaket olarak kalsın. Ama değildi. Türk Hava Kurumundaki dokuz adet uçak sapasağlam olduğu halde kullanılmadığını söyledi. Tek bir uçağın tek seferde tam 12 ton su taşıdığı bir müdahalede tek bir hektarın bile yanmayacağını öğrendik. Bir bakan da çıktı cevaben dedi ki, uçaklar arızalı. Uçakların motoru yokmuş…
21. yüzyılda olduğumuzu bilmesem 60 lı yıllarda zor koşullarda olduğumuza inanacağım. 21. Yüzyılda, yüksek teknoloji çağında arızalı uçaklar hangarda park ettirilmiş vaziyette. Peki neden? Uçak var ama neden bozuk? Neden tamir edlmedi? Tamir imkanı yoktu ise yenisi neden alınmadı?
Bütün bunları duymak yerine uçağımızın hiç olmadığını bilseydim daha huzurlu olurdum.
Oysa şimdi içimde bir huzursuzluk var. Önlenebilecek bir felaketi göz göre göre yaşamanın verdiği huzursuzluk. Minicik helikopterin ucuna bağlanmış 5 ton suyla 500 hektarı söndürmeye çalışmak…
Günler geçti, beklenen açıklama geldi; yangın üçüncü gününde kontrol altına alındı. Geçmişler olsun.
Kül olan ağaçlara, koşamayan kaplumbağalara, bebeklerini bırakıp kaçmayan kuşlara, bedeni eriyen tavşanlara, kavrulan sincaplara farelere geçmişler olsun. Benim görmeye bile dayanamadığım acıları, biz insan denen yaratık yüzünden yaşamak zorunda kalan tüm canlılara geçmişler olsun.
Basiretsizliğimiz yüzünden can veren tüm canlıların bizi affetmesini dilerim.