En son ne zaman güldürmüştün yüzümü hatırlamıyorum. İç sesime ne zaman candan kulak vermiştin diye kendime soruyorum fakat içimde kopan fırtınalardan senin bendeki sesini duyamıyorum. Ruhum bedeninden kopalı o kadar uzun zaman olmuş ki seni bulamıyorum. Kaybetmişliğin en kötü yanı bir daha kazanılmayacak olduğunu bilmekti. Hani o çok sevdiğin kömür karası gözlerim vardı ya...
İşte o kömür karası gözlerimi yorgunluğa terk ettiğin gecelerimden birinde yazıyorum sana.
Uzun uzun yazmayacağım. Bu gece başımı öne eğip sadece düşüneceğim... Tozu dumana katan sokakların pis havasını soluyorum.
Yolun sonunda sana kavuşacağımı bilerek düşmüştüm ben yollara. Kuytu karanlıklardan korkmadan, tökezler miyim diye bir saniye bile düşünmeden beni sana getirecek yollara yalın ayak vurmuştum kendimi. Meşalelerle karşılamanı beklemiyordum ama bir tebessümün bile ayağıma batan çakıl taşlarının acısını almaya yetecekti.
Oysa sana gelirken; dokunuşlarına can verecek, bakışlarına kul olacak, gülümseyişine ölecek kadar sevgimi yüreğime sırtlayıp, yorgunluğumu hissetmeyerek gelmiştim. Eller bilmez ama sen bil istiyorum. Çıktığım yolların tozu dumanı ciğerlerime işledi ve maalesef bu sana yetmedi, bir kuru canımla ben yetemedim sana.
Görmesini bilmeyen gözlerin değil, yüreğindi. İçimi acıtan yara değil, kanattığın yaraya yâr olamamandı. Sen uzaktan uzağa zırhlarınla engellerini sıralarken bana, bir bilseydin, sen bende ne kadar değerliydin…
Başımın tacı, gönlümün efendisisin. Huzurumun adı, dilimin ucundaki yeminsin. Gökyüzünün yıldızlarını göz bebeklerimin içinde bir araya getiren mucizemsin. Milyarlarca insanın bu hayatta bir rengi varken, benim seni gökkuşağı ilan ettiğim, içinde sayısız renk barındırdığım, bir türlü seni tek renge sığdıramadığım rengârenk kocaman sevdiğimdin sen. Ben seni böylesine güzelliklerle severken senin beni layık gördüğün sevgi rengini belirlememi ister misin?
Gürültülü hayatların içinde kaybolmuş cılız bir ses gibiydi seni sevmelerim... Gözlerimde fer kalmamıştı, gülüşlerimde mutluluk yoktu, kalbim biraz donuk, ruhum ise durgundu. Renksiz ve karadan daha kara gecelerde sessizliğine ilk düşmem sensizlikten olmuştu. Sandım ki sessizliğine dalarsam seni bulurum. Oysa nereden bilebilirdim ki senin tek rengin lacivertmiş...
Bana layık gördüğün tek bir renk varmış. O da hiç bir ressamın bile açamayacağı kadar koyu karanlık bir maviymiş.
Dedim ya, uzun uzun yazmayacağım sana. Sana inat, tüm rengârenk renklerle boyayacağım lacivertinin üstünü bu gece. Biraz olsun kendini sev, ışık ol diye...