Başkanlık zor zanaat vesselam!
Zorla olanı mı ararsın, tonla para vererek olanı mı? Yoksa, masa başında genel kurul evraklarını üç, beş kişiyle doldurarak kendini seçtireni mi? Bir de kendisini başkan ilan edenler var ki, sormayın gitsin!
Aslında, “başkan” sıfatının tanımıyla falan giriş yapmayı planlamıştım yazıya ama, zaten herkes biliyor başkanlık mevzuunu…
Başkan deyince, doğal olarak; başkanlık ettiği platformun en üst düzey yetkilisi ya da idarecisi olması nedeniyle, aynı ortak hedef uğruna bir araya gelenlerin de beklentileri yüksek oluyor kendilerinden…
Atanarak ya da seçilerek ya da zoraki, her nasıl göreve gelmişlerse gelmiş olsunlar, bu yüksek beklenti de aslında sonlarını kendiliğinden getiriyor.
Benim bugün üzerinde durmak istediğim, tamamen toplumsal hedefler uğruna bu görevi üstlenen ve görevini icra ederken maddi olarak hiçbir beklentisi olmayan iki başkan hakkında olacak. Aslında yazımın sonlarına bir yerine, bir üçüncü başkanı da sıkıştıracağım ama o, bu kategoriye pek girmiyor!
Neyse, önce Göztepe’de görevi bırakan Başkan, Mehmet Sepil ile başlayalım. Doğumundan günümüze, neredeyse bir asırlık olacak Göztepe’nin son çeyrek asrındaki zannımca en başarılı başkanıdır. Görev süresince, tamamlanan Urla Tesisleri, Gürsel Aksel Stadı ve takımın Süper Lige uzunca bir aradan sonra tekrar merhaba demesi… Az, buz şeyler değil bu üç mesele ve inanın, onlarca yıl uğraşıp, bu üçünden birine henüz sahip olamayan yüzlerce ekip var. Özellikle, Göztepe’nin tesisleşme anlamındaki kazanımları, birçok gözde Avrupa kulübü ile yarışır şekilde…
Ve, ne oldu? Başkan Sepil, aslında geçtiğimiz sene bırakmak istediği görevini, bu sezon bitmeden bıraktığını açıkladı. Kimine göre yoruldu, kimine göre yalnız kaldı, kimine göre de Türk Futbolundaki belirsizlikler bu kararı almasındaki en büyük faktör… Belki her üçü de… Ama bir gerçek var ki; Göztepe markasının değeri, Mehmet Sepil Başkanın göreve gelmesi ile kesinlikle daha da arttı.
Ha, şunu da yazayım; Mehmet Sepil Başkan, kendi ikbali için ya da kendi şahsi menfaatleri için değil, tamamen Göztepe camiası için Başkan oldu ve bu görevi de layıkıyla yerine getirdi.
Bir diğer Başkana, Altay’daki görevini yenice bırakan Özgür Ekmekçioğlu’na geçelim. Hikayeler aslında benzeşiyor. Göztepe’ye nazaran, oynanan lig düzeyi anlamında daha zora girmiş, 3. Lige gerilemiş Altay’a başkan oldu. Doğru yönetim anlayışı, toplumsal hedefler, camiadaki birlik, inançla da birleşince, hızlıca başlayan tırmanış Süper Lig ile taçlandı. Yapımı yılan hikâyesine dönen Alsancak Stadının tamamlanışı ile Gaziemir’deki tesislerin elden geçirilmesi de, Ekmekçioğlu Başkanın dönemine denk düştü. Token adı verilen dijital para hamlesi de, Altay’ın kasasına hatırı sayılır bir paranın girmesine sebep oldu. Belki de Altay tarihinin en büyük sponsorluk anlaşmalarından birine imza atıldı bu vesileyle…
Ancak O da, Sepil Başkan gibi, kendince haklı sebeplerle Başkanlık görevini lig bitmeden bıraktığını açıkladı. O’nun da üstlendiği görev, kendi için değil ya da kendi cebi için değil, Büyük Altay camiası içindi. Altay’a göreve geldiği zaman ile bu zaman arasındaki farkları görmek yeterli olacaktır bu ayrımı yapabilmek adına…
Elbet ki, taraftarların beklentisi çok yüksek… İşte bu nedenle kulüplere başkan dayanmıyor. Hem Göztepe’nin, hem de Altay’ın; İzmir için, İzmirli için ve Türk Futbolu için ne kadar büyük iki yapıtaşı olduğunu ayrıca yazmaya gerek yok. Yüzyılı devirmiş olan Altay ile, doksan sekizindeki Göztepe’ye nice yüz yıllar yakışacaktır. Ne var ki, futboldaki doyumsuzluk, daha doğrusu, sürekli bir üst çıtayı hedef haline getirmek, önünüzde duran ve daha gerçekçi olan hedeflerden sapmanıza sebep oluyor.
Altay’daki ve Göztepe’deki olay da, zannımca tam da budur; göreve gelenler Süper Lig hedefini koydular kendilerine… Üç yıl, beş yıl, on yıl… Süre önemli değil, bu hedefler öyle ya da böyle tuttu. Sonra? Avrupa… Sonra? Şampiyonluk… Nereye kadar? Sürdürülebilir hedefler ve geleceği kontrol altında tutacak hedefler koysa kulüpler; mesela altyapılarda şampiyonluklar gibi… Mesela her sezon ilk on birde üç, yedeklerde üç olmak üzere altı adet altyapıdan yetişen öz varlık futbolcusu oynatabilme gibi… Mesela, farklı amatör şubelerde ileriye gidip, spor yaptırılan sayısında artışlar gibi… Ve daha çok örnek yazılabilir.
Olan oldu artık, her iki başkan da bıraktılar görevlerini… Biz sporseverlere de, bugüne dek yaptıkları için teşekkür etmek düşer onlara... En azından başka başkanlar gibi, kulüplerinin kasalarını boşaltıp gitmediler ve kulüpler hala yerinde duruyor.
Yazımın başında üçüncü bir başkandan bahsetmiştim ya, Türkiye Futbol Federasyonu’nun (TFF) Başkanı, özür dilerim eski başkanı Nihat Özdemir… O da jet hızındaki bir kararla, görevinden istifa ettiğini açıklamıştı.
Az önce Göztepe ve Altay başkanları için yazığım başarı cümlelerini, kendisi için yazamayacağım. Ama göreve geldiğinden istifasını sunduğu güne kadar, A Milli Takımın, dünya sıralamasındaki yerinin en az on beş basamak gerilediğini yazabilirim mesela... Salgın sürecinde amatör futbol ligleri ve altyapılar başta olmak üzere, Türk Futbolunu doğru yönetmediğini yazabilirim mesela… Yayın ihalesinin son bir ay içerisinde, TFF’de arap saçına döndüğünü ve hala sonuçlandırılamadığını yazabilirim mesela… Hakemler hakkında verdikleri yanlış kararları yazabilirim mesela… Türkiye Süper Kupasının ne işi vardı Katar’da diye yazabilirim mesela… Ve daha onlarcasını…
Neyse ki, bıraktı!
Dipnot; “At ölür meydan kalır, yiğit ölür şan kalır” Türk Atasözü.