Merhaba sevgili Medya Ege'liler!
Sosyal araştırmalara dayanan bir yazı ile geldim. Yoksulluk seviyesinin artması ve dünya genelinde bunun sebepleri direkt konumuz olmasa da araştırmamızla ilgili bir durumdur.
Kendimi bilen bir birey olduğumdan beri yoksul ailelerin çok sayıda çocuk sahibi olması beni düşündürmüştür. Yoksulluk varsa beden bunca çocuk dünyaya getiriliyor? Bu bir seçim mi yoksa düşüncesizlik mi? Aile planlaması neden ülkelerde bu duruma müdahele etmiyor? Yada bunun altında yatan bilinçli veya bilinçsiz "yatırımlar" mı var? Tüm bu sorulara cevap bulmak için bu yazıyı sizinle paylaşmak kararı aldım.
Yoksul ülkelerin yüksek doğum oranlarına sahip olmasının sosyal ve kültürel nedenlerini açıklamak isterim.
İnsanların kendi genetiklerini aktarmak, soyunu sürdürebilmek amacı bu nedenlerden sadece bir tanesidir. Bu, psikolojik bir rahatsızlık olmanın yanı sıra, aynı zamanda geleneksel olarak nesilden nesile geçen bir "sistemdir". İnsanlar kendi soyunu dünya için gereğinden fazla önemsiyor ve bunun tükenmesinden, bir gün soyunun tamamen mahvolmasından korkuyor. Bu yüzden yoksulluğa ve tüm olumsuz yaşam şartlarına rağmen dünyaya birkaç çocuk getiriyor. Soyadın devam edilmesi arzusu insani bir içgüdü değildir. Tamamen bencillik bilinci ile töreyen bir travmadır.
Bizim gibi toplumlarda ailenin gerçek bir aile statüsü kazanması çok çocukluluktan geçiyor. Yani ne kadar çok çocuk varsa o kadar temelli bir ailesinizdir. Çocuğu olmayan aileler aile olarak kabul edilmez. Sürekli dışlanır, bir bütün olarak görülmez. Bu da aile itibarını zedeliyor gibi algılanır. Büyük ve kalabalık aileler kutsanmış, çocuğu olmayan aileler dışlanmış oluyor. Hele de çocuk doğurmayan kadınların eşi tarafından terk edilmesi doğal karşılanır. Kısacası, ailenin itibarı çok çocuktan kaynaklıdır.
Yoksul ailelerde çoğu zaman "çocuk rızkı ile gelir" cümlesi dilden düşmez. Her çocuk kendi rızkını getirir algısı cahil düşünce mahsülüdür. Öyle olmasaydı 5-6 çocuk olan ailelerde yolsulluk olmazdı. Bu, dini bütünlük yada inançlı olmak değildir. Bir çocuğun yaşamını ebeveyn belirler.
Genç yaşta evlenen kızların, evliliğe mecbur bırakılan çocuk gelinlerin ailesinde çok çocukluluk hüküm eder. Yaşı azdır, evlenir evlenmez çocuk sahibi olur. Hamilelikten korunma usullerini bilmeyen, eğitimsiz kesim bunun sonucuna böyle katlanır. Ve eğitimsiz annenin doğru yönlendiremediği çocuklar da anneyi rol model görerek aynı hayatın kurbanına dönüşür.
Eğitim hayatı daha uzun süren kadınlar daha az çocuk sahibi olma eğilimindedir. Genellikle daha geç evlenirler ve kendi çocuklarının eğitiminin gerektireceği finansal yatırıma sahip olma ve eğitimlerine öncelik verme olasılıkları daha yüksektir.
Yoksul ve cahil toplumlarda ataerkillik daha baskın olduğu için çocuk sahibi olmak konusunu erkekler belirler ve kadına söz düşürmezler. Erkeğin istediği sayıda kadın çocuk doğurur. Erkekler korunma yöntemlerini de kendileri kullanmaz. Bu, yine kadının üzerine düşer. Kadın kendi vücudunda bile söz hakkına sahip olamaz.
Bir de ailelerin "bize bakar" düşüncesi hakim çocukları üzerinde. Bu da çok çocuk geleneğinin devam etmesinin nedenlerindendir. Çocuklardan biri yada birkaçı çalışır, bizi kurtarır. Kardeşlerine bakar, yaşlanınca da bize bakar. Ebeveynlik, beklentili çocuk yapmak değildir. Bu statüye sahip olmak tercihidir. Çocuklarınız, siz yaşlanınca istediği için size hizmet eder, bakar. Öyle bir zorunluluk yüklememek gerek onların omuzlarına. Rızası ve isteği dışında geldiği bu dünyada istediği gibi yaşamak ve seçimler yapmak onların en doğal hakkıdır.
Aile, çocuklu ve çocuksuz olarak ikiye ayrılmaz. Aile kelimesi tek başına bir kavramdır. İçeriğinde iki insan birleşimi ve yuva algısı taşır. O yuvada ister iki kişi yaşar, ister on iki. Ama her bireyin yaşam şartından, hayat olanaklarından ebeveynler sorumludur.