Sessiz pandemi obezite
Murat Fatih Sökmen yazdı
4 mart dünya obezite gününü geride bıraktığımız şu günlerde 03-06 mart tarihleri arasında İzmir de düzenlenen 11. Ulusal Obezite ve Eşlik Eden Hastalıklar kongresinde hem ülkemizden hem de yurt dışından çok değerli meslektaşlarım ile buluşup yeni gelişmeleri ve neler yapabilirizi konuştuk.
Tüm dünyada obezite gittikçe artan bir boyutta toplum sağlığı problemi oluşturmaya devam ediyor. Her ne kadar bizim toplumumuzda Amerika’daki kadar olmasa da obezite artık bizde de ciddi bir halk sağlığı problemi haline gelmeye başladı. Son veriler Türkiye’de her 3 kişiden birinin obez olduğu yönünde.
Obezite sanki yüksek gelir grubunun hastalığıymış gibi düşünülse de bu günkü gözlemlerimiz ve bilimsel veriler göstermektedir ki aslında obezite daha çok, düşük gelir grubunun bir hastalığı. Sağlıklı ve temiz gıda temininin hem maddi hem de endüstriyel sebeplerle zorluğu en önde gelen sebepler arasında. İşlenmiş ürünler, hazır gıda tüketimi ve genellikle ucuz gıdalarda yapılan tahşişler toplum sağlığını ciddi derecede tehdit etmektedir. Ayrıca günümüz insanının minimum efor ile maksimum iş yapma alışkanlığı bizi hareketsiz bir yaşama sürüklemektedir. Betonlaşan dünyamızda artık açık hava yürüyüşü bile yapamaz hale gelmeye başladık. Basit bir yürüyüş aktivitesi için bile aylık yüksek ücretli spor salonlarına üye olmak durumundayız. İnsanların sosyal medya aracılığı ile sosyalleştiğini sanmaya başlaması, reel sosyal ilişkilerin, dokunmanın, sarılmanın, ağlayan veya gülen bir çift göz görmenin gittikçe azalması ise bizi hızlı bir duygu tüketimine sokmaya başladı. İnsanlar kalabalık sosyal medya hesaplarına rağmen yalnız bir gerçek dünyada yaşamaya başladılar. Tabi beraberinde de depresyon başta olmak üzere psikolojik problemler artış göstermeye başladı. Medya aracılığı ile haz odaklı yaşam sanki vazgeçilmez bir gereklilikmiş gibi sunulmaya başlanıldı. Mutlu olmak zorundayız çünkü herkes her an mutlu izlenimi oluşturuldu. Sonrasındaysa ne kadar sağlıksız ve trans yağ içeren sözde yiyecek varsa mutluluk ve haz mottosu ile tanıtılmaya başlanıldı. Bu gün görüyoruz ki sektöründe dev hamburger ve gazlı içecek markalarının şube haritaları ile dünya obezite yoğunluk haritası birbiri ile örtüşür durumda. Duygusal boşlukla başa çıkmaya çalışan bazı insanlar ise bu tuzaklara düşüp geçici karbonhidrat mutluluğunda çözüm arar oldular. Böylelikle duygusal yeme bozuklukları dürtüsel bozukluklara evrilerek hızla obezite yolculuğumuz başlamış oldu. Tabi yemek için bulduğumuz ürünlerin ise başta da dediğim gibi işlenmiş gıda, hazır ürün, basit karbonhidrat ağırlıklı ve ucuz tüketim malzemesi olması nedeni ile çark tekrar başa dönüp bir kısır döngünün içine girdik. Halbuki mutlu olmak için hormonal düzeyde ihtiyacımız olan dopamin, seratonin ve epinefrin hormonları bu sözde gıdalardan uzaklaşmak, sağlıklı beslenmek, spor yapmak, sarılmak, gülmek, iyi bir uyku çekmek gibi tamamen insani özelliklerimizi harekete geçirmek ile mümkün.
Hızla yeni bir pandemi haline gelen obezite sadece basit bir görünüş problemi değil. Beraberinde eşlik eden hastalıklar ile tam bir ölüm makinesi. Eşlik eden yüksek kolesterol, yüksek tansiyon, kalp ve böbrek rahatsızlıkları, hormonal bozukluklar, ruhsal bozukluklar, eklem rahatsızlıkları, kas iskelet sistemi rahatsızlıkları, solunum sistemi rahatsızlıkları, cinsel problemler gibi buz dağının görünmeyen kısmında büyük sürprizler yatmakta.
Yapmamız gerekenler, almamız gereken önlemlere değinmek gerekirse öncelikle bu kısır döngünün mutlaka kırılması lazım. Evet mevcut hayat pahalılığında temiz ürünlere ulaşım zor ve pahalı olabilir ancak kendimize şunu sormalıyız; bu şekilde devam edip ömrümüzün geri kalanını kronik hastalıklarla ve torbalar dolusu ilaçlarla mı geçirmek istiyoruz? yoksa azda olsa kaliteli beslenip hem kilo verip hem de sağlıklı olmak mı istiyoruz? Her gün işimizden evimize gelirken otobüsten 2 durak önce inip biraz yürüsek ne kaybederiz? Asansörle evimize çıkmak zorunda mıyız gerçekten? Yüksek katlarda otursak da 2 kat önce asansörden inip yürüyemez miyiz? Gece geç saat de yediğimiz o yiyeceklere gerçekten ihtiyacımız var mı? Televizyon reklamlarında gördüğümüz o ucuz ve dev burgerler gerçekte o kadar da güzel mi? O dondurma diye pazarlan dondurulmuş süt tozu, nişasta ve gıda boyası karışımını yiyince aşk peşimizden mi koşacak yoksa koşarak bizden uzaklaşacak mı? Bence kendimize bir soralım.
Tabi artık obezite hastasıysak bunlara ilave mutlaka obezite ile ilgili bir doktora başvurmalısınız. Özellikle obezite ile ilgili diyorum çünkü ülkemizde yeni yapılan 700 sağlık çalışanını kapsayan bir çalışmada maalesef obeziteye karşı önyargılılık %25 ön yargılı olmaya eğilim ise %58 olarak bulunmuş. Uygun doktoru bulmanız halindeyse obeziteye sebep ve obezite nedenli hastalıklarınız araştırılmalı ve tedaviniz düzenlenmelidir. Kişiye özel diyet ve egzersiz programınız belirlenmeli, seçilmiş vakalarda da davranışsal ve ruhsal terapiler açısından mutlaka destek alınmalıdır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.