Suya Susayan
Yusuf Akın yazdı; Suya Susayan
Su, gecenin koynunda uyurken, iki bilinmeyenli denklem gibi önünde duran hayat çözülmüştü belki de. Kimselere açmadığı hayat sırlarının şifreleri birer birer alenileşirken yine de kuytularda kaldığını zannettiklerini ele veriyordu gözleri ve titreyen elleri. Kalk gidelim deseydi serseri benliği, hiç düşünmeden geceye karışırdı, kendinden bile esirgediği ay mavisi, kutup beyazı bedeni.
Uzunca bir süredir süzülüp durduğu toprağa karşı kayıtsız kalmış, ağaçlara biraz mesafeliydi. Dermansız bir yaranın açıldığı bir ağustos sabahı, hıçkıra hıçkıra göğe karşı çemkiriyordu. Umarsız seslerin uğuldadığı kayaları sırılsıklam etmiş, zambakları damlalarıyla dövüyordu.
Su, küçük bir çiseltiyken Ihlamur yaprağında, salyaları göğsüne kadar inmiş koca göbekli kurbağanın dilindeydi.
Erkenden kalkardı Su. Erkenden akardı. Erkenden yıkardı. Erkenden severdi.
Birgün boyundan büyük işlere doğru aktı. Bir nehre karıştı. Bir atık nehre. Bir zift akan asya nehrine. Binlerce karaadam uyluklarını ıslattı nehirde. Binlerce karakadın dedikodularını nemlendirdi. Binlerce aklıevvel vaizci kirli sözcüklerini yumuşattı, sert, cahil kulaklarda geçsin diye.
Su, sıkıldı nehirde. Buharlaştı gün kararmasına yakın eylül'de. Göğe vardı bir kerahat vakti. Gökle buluştu trenlerin raydan çıkma vakitlerinde. Yusufcuklara el salladı. Ateşböceklerinde hiç korkmadı Su. Dünyanın dönme hızına eşit bir hali vardı. Kalabalık asilzadelerin el ele ayin yaptığı bir sirius ayininde soluklandı. Gecenin karanlığında çoban yıldızına yakın bir mevkide üç oda bir salon havuz başında ışıldadı Su. Kendisine şerbet yaptı çocukların annesütünden artakalan terlerinden.
Buharlaşıyordu her güzel şey. Su gördü.
Buharlaşıyordu aşk.
Buharlaşıyordu insanlık.
Bir katılık gördü Su göz kapaklarında.
Ağlamakta zorlanan irislerin çevresi koca bir kireç tabakası. Taşlaşmış bal rengi saydam tabakalar. Bön bön uzaklara uzanan buzdan bakışlar.
Fazla kalamadı gökte Su. Bir yabancı uluslar geçidi gökyüzü. Her köşe başında merçek gözler kayıtta. Mahremi darmadağın Su'nun.
Heybesindeki bir H'yi saklasa da acilen, aklı ermedi yüzünün ortasındaki iki O'yu kapatmaya. Her bulut geçişinde retinaları darmadağın. Her kapı çalışında parmakları mürekkep lekesi Su'nun.
Dalgın dalgın merdivenleri inerken Su, hiç kimseye dokunmadan vardı yere. Hızla kayıp düştü bir güz gazelinin altında pinekleyen salyangozun önüne. Üstü başı çorlu kaygan bir sıvı. Eteklerine kadar ıslandı. Güneşi bekledi iyice kurumak için. Solgun elleriyle tutundu bir ardıç ağacının köküne. Bin yıldır aynı yerde dik yamaçta nöbetçi ardıç hiç oralı olmadı. Keyfi yerinde. Oyuklarında ini cini alemde.
Su, geceyi bu karanlık gölgede bekledi. Bir yolculuk arzusu doğdu içinden. Kararsız kaldı. Şimdi ne yapsa kendi kendine varacaktı.
Keşke bir çocuğun merhametine gözyaşı olsaydı. Keşke bir çiçeğin rayihasına el verseydi. Ya da bir annenin memesine yol alsaydı da böyle tek başına kararsız kalmasaydı.
Su uyudu. Bir rüya gördü. Rüyasında kar oldu. Yağdı bir dağa. Yuvarlandı bir çığ oldu ovaya. Baharı bekledi eridi göl oldu. Kocaman mavi bir göl. Can oldu nilüferlere. Döşek oldu balıklara. Yol oldu ayışığında yanan aşıkların kayıklarına.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.