Babacan PESENKURDU
Bekir Coşkun, ‘’İzmir Demokrasinin Başkentidir’’
Bir anı..
Havaların bir sıcak, bir soğuk, bir yağmurlu olduğu günleri yaşıyoruz, aylardan Nisan. İzmir’in yağmuru meşhurdur, hani yağmaya bir başlar. Başlar işte, bir daha dinmez, Muson Yağmurları sanırsınız.
Böyle ince ince, böyle kırmadan, sırılsıklam eder sizi, ahmakıslatan da denir İzmir yağmurlarına. Tabii ki değişen dünya iklimlerine o da ayak uydurdu, eskiden aralıksız haftalarca yağan yağmur, birkaç saat yağan yağmurlara dönüştürdü ömrünü.
Babamın kadim dostu ve eski ortağı İshak Ağabey, bir gün İsrail’deki akrabalarını İzmir’e getirir ve zamanlardan Nisan sonu Mayıs başıdır. Yağmur misafirler burada iken aralıksız on beş gün yağar.
Misafirleri bir ay sonra telefax çekerler İshak Ağabeye ‘’İshak. Hala yağmur yağıyor mu?’’ diye.
Yine öyle günlerden biriydi Cuma günü. Güneş nazlı bir İzmir kızı gibi kendini bulutların arasından gösteriyordu. Tam sıcaklığı yüzünüzü kızartmaya başlıyordu ki ortadan kaybolup, özlemi, içinizi yakıp kavuruyordu. Sonra az beyazlaşmış bir rakı kadehi serinliğindeki yağmur çiseliyor. Yanınızdan gelip geçenler, ruhunuzdan çıkan ‘’cızzz’’sesini duyabiliyordu. Elle tutulabilir bir gariplik vardı yani havada, İzmirlinin alışık olduğu, İzmirliden başkasının yüzüne de hayret mimikleri yaptıran bir, gariplik.
Atatürk Kültür Merkezinde Bekir Coşkun ve sevgili ağabeyim, hem CHP Milletvekili, hem de Türk Halk Müziği sanatçısı olan Faruk Demir Ağabeyimin katıldığı bir etkinlik vardı. Bende heyecan hat safhadaydı.
Ve Bekir Coşkun arz-ı endam etti salonumuza. Alkış kıyamet koptuğunda, insanların ellerine bakakaldım. Aklıma ilk gelen, İzmir’e gelip, düşmanı körfeze döken Kuvayı Milliye askerlerine tutulan alkışlar oldu. Birden salonda, eski bir dostun özlemini yok eden, sımsıkı sarılma duygusu belirdi. Sonra Bekir Ağabeyin, o insanı içine çeken, üst dudağını alt dudağına gömen gülümsemesi geldi. Ağız dolusu bir eda ile ’’Selam dostlar’’ dedi.
Her şehrin bir rengi var dedi Bekir Ağabey…
‘’Kimi ak, kimi mavi, kimi kara. Ama İzmir, İzmir kırmızı dedi…
Çünkü bayrağımız kırmızı, çünkü aşk, kırmızı.’’
Andree Ablaya evlilik teklifini İzmir’de yapmış Bekir Ağabey. Onun için bu şehrin anlamı onlarda bir kat daha fazlaymış. Laf aramızda hınzır bir gülümse ile söyledi bunu, başını yakan şehrin renginden bahsederken.
Her mecliste olduğu gibi, son yıllarda ülkemizde cereyan eden ayrışmalara dikkat çekti, yazılarında olduğu gibi. Altmışlardan, seksenlerden bahsetti. O zamanlarda ki ayrışmaların bile bir ortak yönü olduğunu, sağcısının da solcusunun da Mustafa Kemal Atatürk’e ve de onun yıkılmaz Türkiye Cumhuriyetinde ki Cumhuriyet sistemine, kati ve sadık bir suretle sahip çıktıklarına dikkat çekti. Şimdilerde olduğu gibi Mustafa Kemal’e söz söyleme cüretinde kimsenin bulunmadığını, bunu zihinlerinden bile geçirmediklerinden bahsetti. Padişahlık gibi bir sistemden, özgür ve demokratik bir sistemin bize Ulu Önder’in bir armağanı olduğunu söylerken, onu ve silah arkadaşlarından bahsederken araya Faruk Demir Ağabeyim ‘’Bayramdan bayrama’’ türküsünü söylemeye koyuldu.
Cumhuriyetin ileri medeniyetlerin varlık sebebi olduğundan söz ederken,
Ankara’nın siyasetin başkenti, İstanbul’un ekonominin başkenti, İzmir’in ise demokrasinin başkenti olduğunu belirtti.
İzmirlinin aydınlık yüzünün, her hangi bir sistemin kurduğu ya da getirdiği partinin siyasetine değil, sadece ve sadece özgür, demokratik tarafa dönük olduğunu belirtti. Bunun için İzmirliyi kandırmanın imkânsız olduğunu ‘’Sofu kapatmak istiyor bu güzel şehri, yani Türkçesi, mahallenin en güzel kızını imam nikâhı ile almak istiyor. Ama İzmir, hem verilmez, hem de varmaz ona’’ sözleri bunu ortaya koyuyordu.
Türkiye İzmir gibi olmalı dedi sonra, demokratik, hür, özgür.
İnsanların dini duygularının güçlü ve de özel olduğunu, bunu da İzmir’de yaşandığı gibi yaşanması gerektiğini, her hangi bir görüş ve siyaset için bunun kullanılmasının, insanın kendi varlığının inkârı olduğunu anladığım sözlerine şunu ekledi…
‘’Eşim Andree Katolik ama bayramlarımda benimle benim gibi bayramlaşıyor, kandillerimizde, gevrek yapıyor, helva kavuruyor. Ben de ona metalik gri yumurta yaptım ve kayınvalidem ilk defa metalik gri bir yumurta gördü’’ derken, hoşgörünün ve kişiselliğe saygının ne kadar önemli ve güzel olduğunu, biraz da gülümsemelerimize ortaya koyuyordu.
Eskiden de dinlemelerin olduğunu ama bunların edep ve haya çerçevesinde yapılıp, insanların yatak odasına girilmediğini, sağlık durumlarının kullanılmadığından bahsetti. Eskiden de Cumhuriyet Gazetesinin her daim dinlenildiğini, hatta Mahmut adlı bir memurun grip olduğunu, nane limon kaynatmasının gerektiğini, gazeteyi dinlerken söylediklerini. Sonrada da Mahmut’un bir şekilde teşekkür ettiğini filan anlattı. Memur Mahmut emekli olduktan sonra, gazetenin santraline almışlar ama huylu huyundan vazgeçer mi, Memur Mahmut Ağabey, akşam gazeteden çıkarken sesleniyormuş Bekir Ağabeyin arkasından’’abiii, yenge bir paket makarna söylemişti sana, unutma haaa’’ diye.
Sonra ‘’Ama’’ dedi Bekir Ağabey ‘’ama’’…
‘’O vakitler o memur Mahmut’un da, onun amirinin de ve dinledikleri ortak amacımız şu idi. Laik, Çağdaş Cumhuriyetimize zarar gelmemesi.’’
Ben iki yerden eleştirmem, ani vurmam diyordu insana. Bir namusundan,
iki, sağlığından. Ve söz dönüp dolaşıp, o güzel, o her ölümden daha da erken giden insana gelir. Evet. Uğur Mumcu…
Birden sözleri boğazına dizilir, bir dakika filan ses çıkamaz Bekir Ağabeyin gırtlağından. İmdadına da Faruk Ağabeyim ‘’uğurlar olsun’’ türküsü ile yetişir.
Gözyaşları sel içinde, vakur bir eda ile söyleriz bütün salon hep birlikte.
UĞURLAR OLSUN.
Medyanın demokrasi üzerinde ki etkisinde bahsettiğinde, bir kere daha anladım ki, medya yok ise demokrasi de yoktur. Medya bizlere, bakma, tanıma ve seçme hakkı veren yegâne oluşumdu. Cumhuriyet Gazetesinden bahsederken, elmalı şeker karşısındaki bir çocuk gibi heyecanlanıyor Bekir Coşkun. Ve elmalı şekerini yere düşüren çocuk nasıl üzülüyorsa, öyle üzülüyor öldürülen, tutuklanan dostlarından bahsederken. Sonra, yine aynı çocuğun aklına su geliyor, gidip elmalı şekerini yıkayıp, aynı iştahla yemeye başlıyor.
Çocuk bu, ona her elmalı şeker, bir dünya…
Aynen öyle işte…
Cumhuriyet gazetesine hiç gittiniz mi bilmem, ikinci katta, gazetecilik şehitlerimizin fotoğrafları vardır. Bekir Ağabey de bu koridordan geçerken bir teyze fotoğraflara bakıyordur ve ağabeyimizi görür. Askerden oğlu gelmiş bir ana edası ile kucaklar onu ve ‘’Çocuğum, onlar öldürüldü. İyi ki sen geldi.’’ der.
Bizler de bu anlatım karşısında biraz gülümsedik, dudağımızın kenarındaki iki büklüm bir hüzünle birlikte. Belki ölümle dalga geçen bu değerli adamlara yakışan okuyucular olarak, hak ettik bu gülüşü.
Sonra Bekir Ağabeyimin söylediği söz geçti, yutkunan boğazından, kati bir kararlılıkla ’’Bin canım olsa, binini de veririm anacığım.’’
Seslendirdiği türküler ile kâh bizi oturduğumuz koltuğa gömen, verdiği coşku ile kâh arşa çıkaran Sevgili Faruk Demir Ağabeyime…
Bu ülkenin onurlu, şerefli ve yıkılmaz bir neferi olan, verdiği enerji ile geleceğe olan ümitlerimizi daha da perçinleyen Sevgili Bekir Coşkun Ağabeyime teşekkürlerimi sundum.
Yıl: 2012
Yer: Atatürk Kültür Merkezi / İzmir
Bekir Coşkun Ağabeyim, Rabbimin yanına gitti. İzmir de, her ilimiz gibi, yetim kaldı. Boğazım düğümlenirken, babam için söylediğim söz geldi aklıma. Babam da Bekir Ağabeyi severek okur ve severdi.
‘’Şimdi yoksunuz.
Ama iyi ki vardınız; güzellerim.’’
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.