GÜNCEL TARTIŞMALAR ODAĞINDA; ‘AYASOFYA’ ( II )

Değerli Okurlar;

Bir önceki yazımızda, târihçesi ve mîmâri özellikleri hakkında, oldukça teferruâtlı bilgiler sunduğumuzu düşündüğüm Ayasofya’nın; günümüzde, yükselen çeşitli görüşler doğrultusunda, kullanım amacının sorgulandığı asıl konuya gelelim…

1935 yılından îtibâren müze olarak hizmet gören ve o târihten başlayarak, günümüze dek artarak devâm eden; ‘Ayasofya tekrar câmî olmalı’ sesleri, kamuoyunu yakından tâkip eden herkesçe iyi biliniyor olmalıdır ki; son on yıldır, yıldır zirve noktasına ulaşmış bulunmaktadır. Tabî her konuda olduğu gibi, bu konuda da ülkemizde, tam aksi yönde görüş belirten ve ‘Ayasofya’nın müze olarak kalması gerektiğini’ öne süren kitleler de bulunmaktadır. Hattâ üçüncü bir taraf olarak, ‘Ayasofya tekrar kilise yapılmalı, aslına dönmeli’ gibi iddiâlar bile yankılanmaktadır.

C:\Users\Sefa\Desktop\Ayasofya-Meydanı.jpg

İlk iki tercih hakkındaki değerlendirmeyi sona bırakarak, ilk önce, çok daha zayıf bir ihtimâl olan; Ayasofya’nın kiliseye çevrilmesi meselesi üzerine eğilmek istiyorum. Müslüman bir ülke olarak, bunun evvelâ dînî hükümlerimizce imkânsızlığını belirtmeliyim. Gerek İslâm dünyası genelinde ve gerekse Osmanlı târihi özelinde; sayısız kilisenin dînî işlevine ve dokusuna, tüm gayrî müslîmlere gösterilen dînî hoşgörü ve saygı nedeniyle dokunulmamıştır. Bugün, hâlen ülke sınırlarımız içerisinde kalabalık bir kilise ve cemaat sayısı mevcuttur. Özellikle İstanbul sınırları içerisinde, Hristiyan cemaatin ihtiyacının üzerinde kilise sayısı mevcût bulunmaktadır.

İddiâ edildiği üzere, Ayasofya’nın kutsal dokusu ve bir nevî Hac mekânı olması; dînî ibâdetlere açık kalması meselesi ise Ayasofya’nın yeniden câmîye çevrilmesi meselesinden, temelde farksızdır. İslâm’ın ve Osmanlı’nın büyük fetihlerinde, fethedilen bölgede yer alan en büyük ibâdethânenin câmîye çevrilmesi geleneği ve bu gelenek dâhilinde da ilgili şekilde muhafazası şartı gâyet açıktır. Kaldı ki; demin belirttiğim üzere, dînî hükümlerimiz uyarınca da bir kez câmîye çevrilmiş bir yapının, tekrar eski dine tabî bir ibâdethâneye dönüştürülmesi de imkânsızlık arz eder. Bu sebeplere dayanarak, bu iddiânın, gerçekleşmesi mümkün olmayan bir hayâlden ibâret olduğunu belirtmek, çok yerinde bir görüş olacaktır.

Ayasofya’nın müze olarak kalması mı, yoksa câmî olması mı gerektiği meselesine gelecek olursak; konuya tarafsız yaklaşan bir gözlemci açısından, her iki tarafın da aslında kendilerince haklı sebepleri olduğunu söyleyebiliriz. Ancak toplumsal ihtiyaçlar ve millî menfaatler söz konusu olduğunda, halk gözünde muhakkak birinin daha ağır basacağını da söyleyebiliriz.

Ayasofya, İstanbul gibi elde edilemez bir şehrin fethinin sembolü olarak câmîye çevrilmiştir. Yüzlerce yıl, Müslüman cemaate ibâdethâne olarak, ev sâhipliği yapmıştır. Bir Müslüman’ın dînî hassasiyeti göz önüne alındığında, seçimi açıkça yeniden câmî olması gerektiğinden yana olacaktır. Ülkemizin şöhretli târihçilerinin önemli bir bölümü de görüşlerini bu yönde belirtmiş; çeşitli dergilerde, makâlelerinde ve televizyon programlarında, seslerini bu doğrultuda duyurmaya çalışmışlardır. Hattâ uzun süre gündemimizi meşgul eden; ‘Fatih’in Ayasofya Vakfîyesi’ de bu görüşün temel dayanak noktasını oluşturmuştur. Ancak unutulmamalıdır ki; ülkemizde özellikle 1950’li yıllarda hız kazanan, sayısı binleri bulan târihi önemi hâiz birçok câmî yıkılırken, bunların tamâmının da vakfiyeleri bulunduğudur.

Bilindiği üzere, her vakıf eserinin bir vakfîyesi ve vakfîye içerisindeki son bölümde de; vakfın amacı dışında kullanılması hâlinde, kurucunun ağzından çeşitli bedduâların yer aldığı satırlar yer almaktadır. Bu temelden hareket edenlerin, önceki nesillerin koruyamadığı vakıf eserlerini hatırlamaları ve hiç değilse, bugünkü eserlere sâhip çıkmaları öncelikli tepki olmalıdır. Ayasofya gibi ortadan kaldırılması söz konusu dâhi olamayacak bir yapının, bu insanların meseleye dâir kişisel tercihleri doğrultusunda; Fâtih’in Vakfîyesi öne sürülerek, kendi istedikleri mecrâda kullanıma sokulmaya çalışması, yanlış bir hareket olarak yorumlanabilir.

C:\Users\Sefa\Desktop\haber_2016_11_ayasofya1.jpg

Diğer yandan, özellikle Trump ABD’sinin tıpkı Kudüs meselesinde olduğu gibi, haylî ilginç kararlara imzâ atması; bir misilleme olarak Ayasofya’nın tekrar câmîye çevrilmesi sûreti ile karşı hamle yapmak fırsatını bizlere sunmuş gibi görünmektedir. Tabî buna ek olarak, yalnızca ABD’ye karşı bir eylem görünümüne bürünen söz konusu hamle, Hristiyan dünyâsı geneli için başta Avrupa kıtası ülkeleri olmak üzere birçok devleti de ilgilendirmektedir. Onların, ABD’nin usûlsüz karârına karşı gösterdikleri tepki ile bizimle aynı safta yer almaları ise; belki de bu hamlenin yapılması gerekliliğinin de önüne geçen bir yumuşatma mekanizmasını teşkîl etmektedir.

Karşıt görüşün gözünden bakıldığında, göze çarpan bir diğer nokta ise; dînimizce câmîlerin, ihtiyâca yönelik olarak yapılmasıdır. İhtiyaç doğmadan câmî yapılması, dînî hükümlerimizce de mekrûhtur. Bu görüşü öne sürenlerin belirttikleri üzere, söz konusu Ayasofya, yeni yapılacak bir câmî değil; hattâ daha önceden de câmî olarak kullanılmış olan bir yapıdır. Ancak bugün, artık geçmişe yönelik elimizden bir şey gelmesi de maalesef imkânsızdır. Dolayısı ile bugün yapılacak en iyi hareket, Ayasofya’nın müze veyâ câmî olarak kullanımının, ülkemize katkısı göz önünde bulundurularak kıyaslanmasıdır.

Câmî ihtiyâcı göz önüne alındığında, İstanbul gibi bir şehirde; Ayasofya’nın yer aldığı Fatih gibi bir ilçede, sayısız câmî yer almakta; üstelik Ayasofya’nın hemen yanı başında, en az onun kadar görkemli, yine târihî ve hattâ ‘selâtîn’ câmîler de bulunmaktadır. Yâni Ayasofya, an îtibârı ile câmî olarak bir ihtiyâcı kapatacak değildir. Ayasofya’nın dînî açıdan kutsiyetini ise elbette ki apaçık ortada durmaktadır. Ancak bugün, artık iş işten geçmiş; Ayasofya’ya dâir belirli bir düzenlemeler de çoktan yapılmış ve yürütülmüştür. Mesele de belki, ne yapılsa daha doğru olur değil; zâten evvelden yapılmış bir hâdisenin tahlîlinden ibaret olarak da görülebilir. Ancak güncel gelişmeler, takdîr edersiniz ki; en köklü oluşumların bile bir anda değişikliğe uğrayabileceği kadar kırılgan bir zemîn oluşturmaktadır.

Peki, demin zikretmiş olduğumuz millî fayda ve kazancımız açısından; Ayasofya’nın müze olarak kalmasının, bize getirisi ne olacaktır? Her şeyden önce, Ayasofya; dünyâ târihinin, en önemli mirâslarının başında yer alıyor. Millî faydamızdan önce, evrensel niteliğinden söz etmek gerekmektedir. Evrensel, çünkü Ayasofya; tüm insanlığın târihî, kültürel ve mânevî açılardan eşit hak sâhibi olduğu bir dünyâ hârikasıdır. Ayasofya, günümüzde madden bizim yani Türkiye Cumhûriyeti’nin malıdır ve bu bizim için zâten ayrıca bir gurur tablosudur. Fakat böyle bir değere ev sâhipliği yapan bir millete yakışan da bu eseri; evrensel niteliği uyarınca, kullanıma açmak ve tüm dünya milletlerinin görmesine imkân tanımaktır diye de düşünülebilir.

C:\Users\Sefa\Desktop\ayasofya-müzesi-giriş-ücreti.jpg

Evrensel niteliğine yakışır bir kullanım düzenlemesi, elbette yanında millî getiri de sağlayacaktır. Bu, hem Ayasofya’nın ülkemiz içerisinde yer almasından dolayı, dünyâ çapında reklamımızın yapılması; hem de dünyanın dört bir yanından, Ayasofya’yı ziyârete gelenlerin, ülkemiz ekonomisine yaptığı katkıyla özetlenebilir. Günümüzde, her alanda olduğu gibi, ülkelerin profili açısından da reklam her şey demektir. Ayasofya’nın, sâdece bizim topraklarımızda yer alması bile başlı başına, doğal ve bedâva bir reklam aracıdır. Bu da ülkemizi ziyârete gelen turist sayısının artışı ve turizm sektöründeki patlama vâsıtalarından biri demektir. Yalnızca Ayasofya merâkıyla dâhi gelenler, hem İstanbul’un diğer târihî ve turistik yerlerine, hem de ülkemizin farklı târihî ve turistik şehirlerine gidiyorlar. Bu da inanılmaz bir ekonomik katılım, ülkemiz içerisinde sıcak para dolaşımı demektir. Ayasofya, Kültür ve Turizm Bakanlığımızın, en önemli kozu gözüyle de görülmektedir.

Her görüş doğrultusunda, olumlu ve olumsuz yönlerine dâir çıkarımlarda bulunmuş olduğumuz Ayasofya’nın kullanım amacı ile ilgili nihâî karar; söz konusu değerlendirmeleri göz önünde bulunduran her vatandaşımızın kendi vicdânı içinde hayat bulacaktır. Sonuç, her ne olursa olsun; ulusumuz adına hayırlı bir nitelik taşıması dileği ile…

Esen kalın…

 

Sefa Yapıcıoğlu

 

Önceki ve Sonraki Yazılar