Serap AKYOL AKSÜYEK

Serap AKYOL AKSÜYEK

Hoşgörü 

Ne yazık ki artık son derece uzak olduğumuz bir kavram. 
Bizim ruh halimiz mi geneli etkiliyor, yoksa ülkenin ve toplumun genel hali mi bizi? Genel bir yargıya varmakta zorlanıyorum. Anlayacağınız, “Tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan çıkar” sorusundaki gibi karışık bir durum yaşadığımız…
Toplu ulaşım araçlarından tutun da kalabalık her ortamda asık suratlı, birbirinin hatasını bulmaya odaklı, en ufak bir sorunda patlamaya hazır insanlar gözlemliyorum her yerde. Genelde hayata bakışı pozitif biri olduğum için buna “Algıda Seçicilik” demek de doğru olmaz. Gerçekçi olduğunu düşündüğüm bir gözlem benimkisi. 
En büyük kanıtı da artık hayatımızın vazgeçilmezi olan sosyal medyadaki paylaşımlarımıza yapılan yorumlar. Kimsenin karşıt bir fikre saygısı yok. Fikri ileri sürenlerin aldığı yorumları okuyorum sıklıkla, nefret ve kin kusan cümlelerle birbirinden uzaklaşan, giderek daha da fazla ayrışan taraflar. 
Tabii ki kendi düşüncelerini dile getirirken karşı tarafın önem verdiği manevi değerleri hiçe sayan, dahası kötüleyip aşağılayan paylaşımları kastetmiyorum düşünce özgürlüğü olarak. 
Hoşgörüden kastettiğim de bu aslında. Bana göre hoş görmek; kendi doğrularını ifade ederken, seninle aynı fikirde olmayanların değer yargılarına da saygı duymaktan geçiyor. Çünkü kişi hoş görmeden, karşıt fikirleri anlamadan, onlara saygı duymadan; saygıyı ve hoş görülmeyi hak edemiyorsunuz.  
Oysa ne güzel bir anlamı var Hoşgörünün; müsamaha; “ara renkleri veya tonları görebilme yetisi, insanları kategorize etmeme çabası” olarak tanımlanıyor.
Aynı vatanda, aynı toprakta, aynı şehirde, aynı iş yerinde, aynı evde... olduğumuzu unutarak neyin kavgasını veriyoruz anlamakta zorlanıyorum bazen. Oysa farklılıklar değil miydi bizim zenginliğimiz, Kurtuluş savaşında ve tarihimizdeki diğer büyük başarıların altında tüm farklılıklarımızı unutarak bir olma, birlik olma eylemimiz yatmıyor muydu? 
Sadece siyasi görüşlerimizdeki farklılık da değil bahsettiğim; kişilerin de birbirlerine karşı tahammülsüzlüğü ve gittikçe tırmanan bir sabırsızlık hali gözlemlediğim. Bu enerjiler o kadar güçlü negatif yükler ki, hayatın ve yaşama çabamızın içinde bizlerin pozitif duygularını sömürüyor acımasızca. 
Genel bir mutsuzluk-bıkkınlık hali, patlamaya hazır öfkeli topluluklar… Dolayısıyla negatif bir atmosfer. Her şeyi, herkesi, geneli değiştirebilmemiz elbette mümkün değil. Bununla birlikte kendi etki alanımızdan işe başlamak gerek. 
Kendi düşüncelerimiz, yakınlarımızla olan ilişkilerimiz, başkalarına karşı takındığımız tavır ve tutumlar ne kadar yapıcı ve pozitif? Bunu düşünerek ve olumluya dönüştürerek iyi bir başlangıç yapabiliriz belki de. O zaman öfkeli kalabalıklar içinde parlayan umut ışıkları olabiliriz. 
Ve yine ben, Pozitif enerjinin negatif enerjiden daha güçlü ve bulaşıcı olduğuna inanırım. Böyle bir çekirdek inanç geliştirdim kendimce. Pozitif olmaya, sabretmeye, öfkeden uzak durmaya, hoş görmeye kendimizden başlarsak, bunu çevremize ve genele yayabiliriz belki de.
Hep olumsuzu deneyimleyip güçlendirmek yerine, bir kez olsun denemeye değmez mi? 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.