Eylül Ayça Karakuş
İÇTEN İÇE, SESSİZ SEDASIZ
Masal gibi hayatların, rüya kadar ömrü olurmuş...
Adam için "bir varmış bir yokmuş" masallarına konu olabilecek kadar bile değeri olmayan bir duyguyu yaşıyordu kadın. İçten içe, sessiz sedasız...
Kadın, hissiyatını yoğunlaştırdığı adamla küçücük bir an geçirmek için en büyük bahaneleri dahi ödül olarak hediye ediyordu kendisine.
Adamın ruhu bile duymazken, o kocaman bir heyecanla ve inatla adama rağmen ilmek ilmek nakış işler gibi hatıra biriktiriyordu gönlünün en güzel köşesinde. Fakat dilinin gönlü kadar cesareti yoktu avaz avaz haykırmak için gönlünde biriktirdiklerini kadının...
Aralarındaki mesafe uçsuz bucaksızdı. Bir kere her şeyden önce ‘imkânsız anıtı ‘ adını alacak kadar yıkılması zor duvarları vardı adamın tıpkı bir zamanlar İstanbul’un aşılması zor surları gibi. Bir yanı çok naif, bir yanı ise kale gibi sağlamdı ki bir Fatih gerekiyordu kalbini başka bir kalbe sözle yürütebilmek için… Gücü yoktu ki kadının, o kaleyi fethedebilsin. İçinde bulunduğu durum ve şartlar buna müsaade etmiyordu.
Her şeye rağmen sabretmeyi ve aynı şehirde olmalarına rağmen en uzağındaymış gibi yaşamak zulmüne boyun eğiyordu. Elinden daha fazlası gelmiyordu. Dahası adama giden tüm yollar kapalıydı.
Fazlasını yapamazdı... Haddini aşmak, hakkı olmadan hakkıymış gibi bir yudum sevda dilenmek, kalpten yapılı bir alev topunu adamın kucağına atmak olurdu herhalde. Ağzını kapatmak vardı aslında bu deli gönlün ama gel gelelim alıkoyuyordu adamın varlığı. İllaki kendisini hatırlatıyordu her an. Birlikte içilen kahve sayısı henüz beş parmağa dahi ulaşmamışken komik geliyordu kulağa bu satırlar, değil mi?
Gülünsün diye değil de imkânsızlıktan oluyordu bu kâğıtlara iç döküşler, kaleme kıvranışlar... Kıvranmak demişken asıl kıvranmak bir akşam vakti başlamıştı kadının yüreğinde. Gidecekti adam... Kilometrelerce uzağa… Gideceğini işittiği anda kadının yüzünü keder tırmaladı. Sesi titredi ve yutkundu. Hislerinin tadı yutkunduğu an daha acıydı.
Sanki her sabah karşılıklı çay içip, bir simidi paylaşmıyorlarmış da adamın gitmesiyle yarım kalacakmış gibi o bardaktaki çay, bölünecekmiş gibiydi simitleri... İki damla ateş düşerken gözlerinden zor da olsa ‘hayırlısı’ döküldü iki dudağının arasından kadının. Takvim dün'den hangi günün habercisiydi sahi? Bugün günlerden neydi? Dedim ya masallara konu olacak kadar bile bir değeri yoktu belki ama bundan sonra bu tarih hiç ama hiç unutulmayacak ve bir ömrün sonuna dek hatırlanacak kadar kıymetliydi.
Varsın masallara konu olmasın,
Varsın sevilen sevdiğini bilmesin,
Varsın yüreğimdekiler bedelini sabaha varan uykusuz geçen geceleriyle ödetsindi. Yeter ki o gittiği yerde huzurlu olsun!
Bugün, bu saatte hatta şuan öylesine okunan bu yazı, kim bilir belki bir gün okuyanın gözünde ne kadar kıymetlidir. Çünkü her gidiş bir dönüştü yeter ki beklemesini bilebilsin insan.
Öyleyse tarih belirtmeden ‘‘Bir ömür boyu mutluluklar diliyorum bu yazıyı okuyan bir çift gözün sahibine...’’
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.