İstanbul Notları (2)

Gezilecek yer çok demiştim ya, geziyoruz  ha bire İstanbul’un karasını ve denizini.

Gezerek gördüğümüz güzellikler yanında, gezsek de görmeyeceğimiz şeyleri de görüyoruz maalesef.

Öncelikle İstanbul’u daha temiz görmek isterdim. Özel ulaşımı kabul ettik ama toplu ulaşımın daha rahat olmasını beklerdim. 

Çünkü İstanbul’da yaşayanların yarısına yakınının tatil için daha sıcak yerlere gittiğini biliyoruz. Bodrum’u, Çeşme’si, Marmaris’i, Didim’i,  Antalya’sı, Fethiye’si, Alanyası vs şimdi İstanbullu kaynıyor.

Ama İstanbul’da İstanbullular olmadan kalabalıktan ve her türlü karmaşıklıktan dolayı kış gibi yazın da kaynıyor.

Adalara bir gidelim dedik, Efes’de karşılaştığımız İstanbullu ailenin önerisi illa büyük adaya gidin olduğu için hedefimiz de orasıydı.

Öğlen saat 13.30’da kalkacak olan İstanbul Büyükşehir Belediyesi Adalar Vapuruna,  düzensiz göçmenlerin gemiye binmesi gibi, koşarak, itişerek,  bağırarak bindik.

O vapur kaç kişiyi alır bilemiyorum ama hepimizi aldığı için bir an batar diye de düşünmedim değil.

İstanbul da karşılaştığımız birileri Büyükadayı fiyat olarak çok pahalı olduğunu, dikkat etmemizi önerdi. Adaya varana kadar yanımıza temel ihtiyaçlarımızı almamızı önerdi. Ancak bizim önerisini yerine getirecek zamanımız olmadı. Koşarak, itişerek vapurda oturacak yer kapmaya odakladık kendimizi.

Derken adaya, büyük adaya vardığımızda fiyatların Taksim, Beyoğlu, Beşiktaş’taki fiyatlardan farksız olduğunu, İstanbullunun İstanbul’a yabancı olduğunu gördük. 

Daha öncesinde de gördük aslında. Mesela Eminönü’ndeki iskele yakınında duran İstanbul Büyükşehir Belediyesi Zabıta görevlisine, ‘Büyük adaya gidecek vapurlar nereden kalkıyor’ diye sorduk, İstanbul zabıtası, 100 metre iskeleden kalkan vapurların adalara gittiğinden bi haberdar olarak bize cevap verebildi.

İtiştik, didiştik ve oturduğumuz vapurda seyyar satıcıdan geçilmemesi ise bir hayli ilginçti. Beş dakika da bir önümüzden geçip, ‘Martılara,  kuşlara çıtır gevrek. Havada kapıyorlar’ diyenlerin sözleriyle satış yapmaya çalışanları duydukça, seneye satışı geliştirmek için ‘Kuşlar havada kapıyor, beş de takla atıyor’ diye ilave yapacaklarını düşünmemek elde değil. Kâğıt helvacı, meyve sıkan küçük alet satıcısı vs ise arada bir görünen vapurun seyyar satıcılardan bazıları.

Neyse, her şey bize dâhil adalara gittik, gezdik ve geldik.

Kaldığımız yer Taksim’e yakın olduğu için klasik akşam gezmemizi ikinci kez Taksim Meydanı ve İstiklal Caddesi’nde yaptık.

Ama bir daha kesinlikle İstiklal Caddesi’ne gitmeme kararı aldık.

Çünkü o gürültüden gerçekten sıkıldık. Eline bir müzik aleti geçiren, geçiremeyen, hali vakti yerinde olan, olmayan, sesi güzel olan, olmayan, müziğe yeteneği olan, olmayan herkes bir köşeden kafamızı ütülüyordu.

Bir arada, tek başına kemençe çalan bir adamı, flüt çalan 80’lik amcayı, vurmalı çalgı çalan teyzeyi görünce, bunun kafa şişirerek para kazanmaya çalışmaktan başka bir şey olmadığına karar verdik.

Bu arada dün gördüklerimiz, bugün yoktu, muhtemelen bugün gördüklerimizde yarın olmayacak ama yine her 30 metrede birileri, müzik yapıyorum edasıyla kafa ütülemeye devam edecek.

Herkesin, bir parça daha yaşanmaz hale getirmeye çalıştığı, düşünenler kadar düşündürenlerin de yaşadığı İstanbul!

İnsana Dair:
Sokakta gördüğünde selam vermediğin insanın, kapısını da çalma!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.