Banu Pirinçcioğlu
OPERASYON MOZART
Mozart’ın hikayesini anlatmayı seviyorum. Umut veriyor, gelecek vaad ediyor.
Heryerde yazdım, anlattım. Şimdi bir de burada anlatacağım.
Aslında hikaye tanıdık. Bilenler biliyor ancak bilmeyenlerin epey şaşırdığı, bu nasıl olur dediği, inanamadığı bir hikayesi var Mozart’ın. Mükemmel bir ekip işi, mutlu bir son.
Köpeklerin ülkelerarası yuvalandırması yeni bir olay değil. Yıllardır yapılıyor aslında. Bir köpek kurtarıyorsunuz, ona kendi ülkesinde maalesef yuva bulamıyorsunuz ve başka ülkeden gelen talibine gönderiyorsunuz. Kendi ülkesinde barınaklarda buz gibi taşların üzerinde uyuyan golden retreiverları, terrierleri, kimsenin birşeye benzetemedği cinsi, adı olmayan sokak köpeklerini başka ülkelerde başına taç yapan insanlara göndermek yeni değil.
Mozart’ın hikayesi de böyle.
Onun hayatı İzmir’de bir hastanenin dış merdivenlerinin altında diğer beş kardeşi ile birlikte başladı. Kardeşleri turp gibiyken, Mozart’a ne olduğu belli olmayan bir virus bulaştı.
Onlara yemek götüren bir gönüllüsü resmini çekip Hipdere ulaştı ve yardım talep etti.
Sosyal medyada görüp içimi dağlayan davul gibi şiş yüzüne kıyamadım ve işi gücü bırakıp nakil gönüllüsü oldum.
Hastanenin merdiven altına saklamıştı kendini. Ağrısından çıkmıyordu dışarı. Cabbar bir arkadaşım merdiven altına girip onu alıp kucağıma verdiğinde ağladım. O kadar küçük ve yaralı olmamalıydı hiçbir canlı.
Kulaklarının içinde birer tenis topu büyüklüğünde şiş, gözleri kapanmış, ağzı ve burnu kabuk içinde, gördüğüm en yaralı bebekti o. Kısık gözlerinin arasından bakabildiğinde aslında yemyeşil gözleri olduğunu gördüm.
Kontrollerinde yüksek derecede enfeksiyon, buna bağlı şişlikler oluştuğu ve bir gün sonra gelmiş olsa kurtulma şansı olmayacağını öğrendik.
Benim nakil görevim bu noktada bitiyordu aslında. Ama gel gör ki, çocuğa aşık oldum. Her öğlen onu ziyarete gitmeye başladım. Dertli çocuk herşeye ağlıyordu. Kucağa alınca ağlıyor, sevince ağlıyor, hep ağlıyordu. Senfonik, melodik ağlamasından yola çıkıp Mozart dedim.
Mozart bir hafta içinde iyileşmeye, yaraları geçmeye başladı. Bu sefer de kanlı ishal tespit edildi. Hemen teşhisi konulup tedaviye alındı. Bunu da atlattı koca kafalı Mozart.
İyileşti iyileşmesine ama yüzü gözü yaralı panda gibi kaldı. Yuva ararken, hem herkes onun bu halini çok sevdi hem cins değil diye istemedi.
Türkiye’nin her yerinden hayran kitlesi oluştu. Durumunu soranlar, tedavisine destek olanlar oldu. Gel gör ki, evine isteyen çıkmadı gitti.
Geçici evleri oldu, pansiyonlarda kaldı. Ama hep çok sevildi, şımartıldı. Ona eli değen herkes onu çok sevdi.
Şirketimizin portalında hikayesini paylaştım ve olanlar oldu.
Onun yaralı panda haline vurulan bir Amerikalı arkadaşım, bana gönderirmisin diye sordu. Hiç ikiletmedim. Yol yordam bilmiyordum ama olsun dedim, öğreniriz, hallederiz.
Hipderdeki arkadaşım sevgili Funda ile prosedürleri konuştuk.
Gereken evraklar, testler halledildi. Iş kaldı Mozartı uçurmaya.
Nasıl uçacaktı bir başına? Bu noktada uçuş gönüllüsü devreye girdi. Ancak ufak bir pürüz vardı. Mozart’ın gideceği Seattle’a direkt uçan havayolu olmaması gibi bir pürüz.
İnsan olsan aktarma ile gidersin, ama köpek öyle değil. Havayolları aktarmalı seferlere köpek kabul etmeyince kaldık.
Olmadı bu iş diye üzüldüğümüz anda, Ohio’dan bir başka arkadaşımız girdi devreye. Ben gider New York’dan alırım dedi. Şimdi böyle anlatınca manavdan portakal alıp eve getirmek kadar kolaymış gibi görünse de aslında değil.
Ohio’dan New York’a araba ile gitmek sekiz saat sürüyor. Saatlerce araba kullanıp JFK havalimanına gidecek, oradan Mozart’ı karşılayacak, yeniden sekiz saatlik sürüşle evine dönecek. Ve sonrasında iç hat uçuşu ayarlayacak ve Ohio’dan Seatle’a beş saatlik uçuş ile Mozart’ı götürecek. Bu arada Amerika’da köpeğinizi bir yerden bir başka yere uçakla gönderebiliyorsunuz. Yanında insan şartı yok. Gayet medeni şekilde köpeğiniz seyahat edebiliyor. Altını çizelim.
Plan bu ve herkes plana onay verince başlıyoruz.
Testler ve evraklar tamam. Uçak bileti alındı.
Uçuş gönüllüsü bulundu. Ancak minik bir sorunumuz var, uçuşu olan kişi bayramın ilk günü uçuyor. Tam tamına üç günümüz var ufaklığı İstanbul’a göndermek için. Lakin uçuş İstanbul’dan gerçekleşecek. Bayram geldi diye herkes şehirden kaçmış vaziyette. Ne nakil aracı ne gönüllü bulabiliyoruz. Yine son anda bir gönlü güzel aile çıkıyor ve biz onu götürür geliriz diyor. Arife günü biniyor Mozart arabaya, evrakları elinde İstanbul’da bir gece geçirmek üzere yola çıkıyor.
İstanbul’da nerede kalacak peki? O da tamam. Yine gönlü güzel bir başka insan evini açıyor.
Adrenalin en üst seviyede. Amerika’daki sahibi, onu transfer edecek diğer kişi, biz buradaki gönüllüler telefon hattındayız. Dakika dakika gelişmeleri paylaşıyoruz.
Uçuş günü geliyor ve heyecandan yerimizde duramıyoruz. Mozart kafesine konuyor ve uçağa biniyor. Sevinçten ağlıyoruz. Bir daha onu görmeyeceğiz ama o iyi olacak. Bunu bilmek huzur veriyor.
Mozartın uçuşu süresince benim gözüme uyku girmiyor. Uçak insin, sağ salim, sorunsuz pasaporttan geçsin ve bir Amerikan vatandaşı olsun diye bekliyorum.
Sabaha karşı 05:30 telefonum görüntülü arama ile çalıyor. Ve işte Mozart, uçaktan inmiş mutluluk saçıyor. Yorulmuş, şaşırmış ama mutlu. Bir oh diyorum. Tabii uyku yok artık, bu sefer de sevinçten yerime sığamıyorum.
Sonraki üç gün Mozart Ohio’da misafir ediliyor. Dördüncü gün Seattle’a uçmak üzere son kez uçağa biniyor ve gerçek evine ulaşıyor.
Şu anda Mozart iki kurtarılmış köpek ve kedi arkadaşıyla kocaman bahçeli evinde yaşıyor. Bana kalırsa dünyanın en mutlu çocuğu o.
Onu sahiplenen harika insana tapıyor.
Burda kimsenin birşeye benzetemediği ve ah vah demekten ileri gidemediği bu çirkin ördek yavrusu dünyanın en mutlusu ve güzeli şimdi.
Siz de birinin şansı olabilirsiniz. Birini düştüğü yerden kaldırabilirsiniz. Yüzünü güldürebilirsiniz.
İmkansız sandığınız şeylerin çok basit yolları var.
İsteyince neler oluyor bilin istedim.