Aysel Ateş Abdullazade

Aysel Ateş Abdullazade

Özgürlüğün elli tonu

Özgürlük, çok istenen bir şey olmasına rağmen toplumsal yaşamda önemli bir sorun haline gelebilmektedir. Sınırla yönetilen bir nesne de diyebiliriz buna. Özgürlük “kırmızı” çizginin geçilmemesidir. Çünkü dünya bir kaos karmaşasına dönüşmemeli. Bu kaosu “kırmızı” çizgi dizginliyor. Dilediği şeyi dilediği zaman yapma konusunda herkese aynı ölçüde özgürlük tanındığında hayat için belirlenmiş kurallar çiğnenmiş olacaktır. İnsan istencinin seçeneklerle karşı karşıya kaldığında şu ya da bu biçimde eyleme konusunda sınırlandırılmaması, kısıtlanmamasıdır özgürlük.

Özgürlük bir nesne olarak her ne kadar birey, tek kişi anlamını (hareket ve arzularını) ifade etse de, bunun yanı sıra toplumsal özgürlük kavramı da hak ve hukuk çerçevesinde tanımlanmaktadır. Toplumsal özgürlük nedir? Bireyin yapmak istediklerinde, esasen de temel hakları kullanmasında, içinde bulunduğu toplum ve siyasal birlik tarafından engellenmemesidir toplumsal özgürlük. Özgürlüğün hem karşısında, hem de yanında dura bilen bir temrin daha mevcut – eşitlik. Özgürlük konusu olan her yerde bu temrini duymuşsunuzdur.

Eşitlik ise toplumu oluşturan bireylerin ekonomik, toplumsal ve siyasal olarak birbiriyle aynı “haklar ve özgürlüklerle” donatılması durumuna verilen addır. Fakat bu daha çok talep düzeyinde kalır ve toplumsal yaşamda karşılaşılan olgu, bunun tam tersi yani eşitsizliktir. Eşitlikten ya da eşitsizlikten söz edebilmemiz için hak ve özgürlüklerinin sınırları bakımından karşılaştırabileceğimiz en az iki bireye gereksinim duyarız; bu da eşitliğin bir ide ve bir talep olarak ancak toplumsal yaşam içerisinde anlam kazandığına işaret eder.

Eşitlik, toplumsal yaşam dışında bir şey ifade etmez; çünkü hak ve özgürlüklerin tanınması ve sınırlandırılması açısından, birden fazla bireyin varlığını gerektirir. 

Liberalizm diye bir şey duydunuz mu? Özgürlükle eşitliği birleştiren en temel değer.

Bir toplumda hem özgürlük, hem de eşitlik sağlanması ve bunun en doğru kurallarla yönetilmesi mümkün mü? Özgürlük ve eşitlik, birbirini dışlayan idealler olmadığı gibi, birbiriyle yakından ilişkilidir. Toplum, her iki kavramın düzgün ve dürüst tutulması ile ayakta kalabilir. Özgürlük eşitliğe, eşitlik özgürlüğe yenilmemeli, ya da bunlar arasındaki adalet tartısı oynamamalı. Özgürlük ve eşitlik tümü ifade eder aslında. İnsanları birlik olmaya, toplumsallaşmaya meyillendirir. Özgürlüğün sınırları belli, eşitliğin kuralları malum. İkisini de aynı tartıya koyup tarttığımızda beraber ölçüde olmalı.

Eşitlik, insanları beraber olmaya zorunlu kılan bir nesne olduğu için kurallı olması kaçınılmaz. Eşitlik, insana saygı düşüncesinin mahsulüdür. İnsanı düşünerek keşif edilmiş.

Dünyada tüm insanlar özgür ve eşittir. Yaşanmışlıkla kazanılmış kuralsızlık ve ya kuralların çiğnenmesi sonucunda eşitlik de, özgürlük de bazen iflasa uğrayabilir. Lakin bunu yeniden tamir etmek insanlığın kendi elinde. Kimse bireyden özgürlüğünü alamaz kendi vermediği sürece. Ve bu hayatta her kes eşittir. Hak ve hukuk olarak eşit haklara sahibiz. Bunu bilmeli ve gerektiği zaman gerektiği yerde talep etmeyi başarmalıyız. Aksi halde tüm özgürlüğümüz eşitliğe verdiğimiz kurbandan başka bir şey olmayacaktır.

Özgürlük ve eşitlik insanlara cinsi fark etmeksizin verilmiştir. Bunun bir ayrımı yoktur. Cinsiyete dayalı toplumsal eşitsizliğin ortadan kaldırılması her şeyden önce, bu anlayışın terk edilmesi ve konunun yeniden değerlendirilmesini gerektirmektedir. Çünkü eşitsizlik sorunu aslında insan haklarına ilişkin bir sorundur. Her iki cinsin eşit haklara sahip olması, bir anlamda insan hakları ve demokrasinin işleyişi için zaruridir. 

Eşitsizlik sorununun niteliği ve kadının konumu, çeşitli çağ ve toplumsal yapılarda farklılıklar göstermekle birlikte, hemen bütün toplumlarda olumsuz uygulamaların var olduğu ifade edilmektedir. Kadının eşitsiz durumuna tesir eden ve pek çoğuna göre bu eşitsizliğin temelinde yatan faktör, kadının yaratılışındaki farklılıktır. Çeşitli dinlerin kadına bakış açıları da olumsuzdur. Bir başka anlatımla Havva’dan bu yana, kadına potansiyel günahkar gözüyle bakılmıştır. Simone de Beauvoir’in “İkinci Cins” adlı eseri, kadının yaratılışına ilişkin ayrılığın felsefi açıdan değerlendirildiği, ilgi çekici çalışmalardan biridir. Buna göre kadın eşitsizliğinin temelinde yatan sorun, sadece erkeğin insanlık olarak kabul edilmesi, kadının erkek varlığına özgü prensiplerle mukayese edilmesinden ötürü, özerk bir yaratık olarak kabul edilmemesinden kaynaklanmaktadır. Beauvoir’e göre erkek, mutlak olandır ve kadın da “öteki”dir. Yazar bu tutumu, insan düşüncesinde daima mevcut olan dualiteye bağlamaktadır. 

Kadının toplumdaki konumuna tesir eden faktörlerden biri de üretim tarzı ve kadının bu faaliyetlere katılım düzeyidir. Üretken ve doğurgan olan kadın aslında ikinci sınıf muamelesine ve özgürlüğünün bir el tarafından idare edilmesine, eşitlik kuralının çiğnenmesine layık olmayan varlıktır. Kadının üretim tarzı ve bu konudaki faaliyeti ne kadar geniş çaplı olursa, toplumda söz hakkı bir o kadar ilerlemiş olacaktır. Kadın kendi işi, emeği ile hizmet verdiği bu toplumu kendisinin de bir statüde olduğuna inandıracak, ispat edecektir. Kadının her daim bir ispata, kendini tasdik etmeye gereği vardır. Oysa kadının beyanı esastır. 

Cinsiyete dayalı eşitsizliğin temel kaynaklarının başında, içinde bulunulan cemiyetin toplumsal yapısı ve kültürü gelir. Sosyal yapı ve bu yapıyı karakterize eden değerler, cinsiyetler arasındaki farklılık ve imtiyazları belirleyen, kurumlaştıran ve eylemleri yönlendiren bütünlerdir. Daha önce değindiğimiz gibi, dini değerler kültürün bir parçası olması sebebiyle, eşitsizliğe dair tutumların belirlenmesinde son derece etkilidir. Kadın ve erkek cinslerine dair kanaat ve tutumlar, sosyal yapıda yer alan kurumsal yapılar tarafından fertlere kazandırılır -sosyalleşme sürecinde- ve sürdürülür. Aile, bu konuda belki de bütün diğer kurumların başında gelmektedir. Mesela, aile içerisinde kız ve erkek çocuklara eşit muamele edilmesi, eşit fırsatlar tanınması, bilinçli ya da bilinçsiz olarak eşitlik ilkesinin yerleşmesine yardımcı olur. Ataerkil aile yapısı içerisinde kız çocukları, başta beslenme ve yetiştirilme biçimleri olmak üzere pek çok noktada, erkek çocuklarından farklı muamele görmektedirler. Eşitlik kurallarının hiçe sayıldığı ortamlardan en önemlisi ailede düzgün kurulmayan, dengesiz cinsiyet ayrımcılığıdır. Kız ve erkek çocukları arasında dengelenmeyen cinsiyetçilik eşitliği sağlamadığı gibi, çocuklardan birinin ileriki hayatındaki özgürlüğünü ve özgürlüğe bakış açısını da yaralayan faktördür. 

“Kırmızı çizgi”yi belirleyerek hayatımızı o çizginin duruşuna göre uygulamalı, özgürlüğümüzden ve eşitliğimizden taviz vermemeliyiz. Özgürlük ucu bucağı bilinmeyen çok sayıda renklerin karışımıdır. Özgürlüğün “elli tonu” hayatımızın tek rengine çevrilmeli. 

Önceki ve Sonraki Yazılar