Ali EYCE
PAYLAŞIMLARIMIZLA ‘AÇIK’ VERİYORUZ!
Eskiden çok ama çok eskiden fotoğraf dediğinizde aklımıza vesikalık fotoğraflar gelirdi.
Bir de düğün telaşı için stüdyolarda çekilmiş fotoğraflar.
Şimdilerde artık fotoğraf günümüzün, saatlerimizin ve anımızı anlatır durumda.
Ne yaşıyorsak, kime göstermek istiyorsak anında gösterebiliyoruz.
Dijital ortam herkese bu ortamı, hiç düşünmediği kadar kolay ve ucuz olarak verdi. Verdi vermesine de, bir şeyi daha yaptı onu birçoğumuz atlıyor.
Fotoğraf, bize günü nasıl yaşadığımız kadar ne düşündüğümüzü, ne hissettiğimizi de gösteriyor.
Yani gizlediğimiz, görünmesini istemediğimiz birçok duygu ve düşüncelerimiz fotoğraflara ayna misali yansıyor.
Bazılarında ne kadar güzel gülsek boş.
Bazılarından ne kadar düşünceli yazsak boş.
Hani derler ya, duyduğuna inanma, gördüğünüz yarısına inan.
İşte o misalden.
Bir dakika içinde çok ama çok güzel ortamda, çok ama çok eğlendiğini çekip, sosyal medya hesabına koyup, gösterenlerin, sonra ki saatler içinde aslında hiç de hoşunu gitmeyen bir hayatı yaşaması gibi.
Bir dakika içinde çok üzüldüğünü, düşündüğünü söyleyip, kaygılandığını çekip, sosyal medya hebasına koyup gösterenlerin, sonra ki saatlerde düşüncesizce, duygusuzca, neşe içinde yaşaması gibi.
Gülerken en zor olan şey ağlamaktır.
Ağlarken en zor olan şey de gülebilmektir.
Dijital ortamın maalesef insanların psikolojilerini de alt üst etmiş vaziyette.
Olmadık halde görünmekten, olmadık halde bulunmaktan, olmadık şeyleri düşünmekten, olmadık şeyleri hissediyor gibi olmaktan psikolojimizin yorulmuş durumda.
İmdat çekiyor!
Evinde küçük bir odada otururken, denizin ortasında, güneş keyfi yapıyormuşçasına fotoğraf paylaşmayı tercih eden insanın psikolojisini düşünün.
İşleri nedeniyle bunalıma girmiş iken, önünde koyduğu bir fincan kahvenin üzerinde mutluluk mesajları yazarak paylaşmayı tercih eden insanın psikolojisini düşünün.
Ayrıldığı sevgilisinin onu terk etmesine üzülürken, aslında çok keyifli bir hayata başladım mesajı vermek için çırpınan paylaşımlar yapmayı tercih eden insanın psikolojisini düşünün.
Beş parasız kaldığı anda, lüks bir otomobilin önünde, lüks bir restorantın kapısında, ünlü bir moda evinin içinden fotoğraflar çekip paylaşımlar yapmayı tercih eden insanın psikolojisini düşünün.
Gece gündüz düşündüğü, bir şekilde buluşmak için çaba sarf ettiği, sahip olmak istediği şeyin aslında hiç de umurunda olmadığını, düşünmediğini, sahip olmak istemediğinin bilinmesini isteyerek paylaşım yapmayı tercih eden insanların psikolojisinin düşünün.
Olmak istemediği, gitmek istemediği, görmek istemediği, yaşamak istemediği bir ortamda olmanın verdiği eziyeti gizleyip, çok eğlendiğini, çok keyif aldığını, çok sevinçli olduğunun izlenimini vermeye çalışan insan psikolojisini düşünün.
Bir de istemediği ama çok seviyormuş gibi davrandığı insanı, içinde bulunduğu toplu fotoğraflarda görünmemesi için kırpma, kesme, bölme ve çıkarma işlemi yapmayı tercih ederek paylaşım yapmayı tercih eden insan psikolojisini düşünün.
Bilim insanlarına göre de bu hastalığın adı Histrionik Kişilik Bozukluğu: Sürekli dikkat, duygusal aşırı tepki ve öneri ile karakterizedir
Mevlana’nın o sözünü o yüzden çok severim ve hayat ilkem olarak görürüm.
‘Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol’
Fotoğraf, seni başka türlü göstermez!
Paylaşımlara dikkat!
Keyifli pazarlar!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.