Suat Bıçak
VİYANA
Avrupa'nın merkezinden herkese selamlar. Bu hafta heykelleri ve yüksek mimarisi ile ünlü Avusturya’nın başkenti Viyana’dayız. Sizin aklınıza ilk ne geldi bilmiyorum ama benim aklıma ilk gelen buradaki kahvenin tadı. Vakit buldukça bir yerlerde oturup farklı tatlar denemeye çalıştım. Ama aradığım tadı Viyana’da değil Hallstatt’ta buldum. Bunu bir sonraki yazımda sizlere anlatacağım. Şimdi size tertemiz caddeleri ve sade bir yaşam tarzıyla Viyana’yı anlatmak istiyorum.
Kısa bir araştırma yaptığınız zaman karşınıza ilk olarak Stephansdom Katedrali çıkıyor. Araba ile gitme imkanınız varsa otopark ile meydan arasında iki dakika var. Bizim böyle bir şansımız vardı. Katedrali gördüğünüzde şöyle birkaç dakika etrafını seyretmeye dalıyorsunuz. Bizdeki camilerin minaresi ne ise onlarda da sanırım kulenin yüksekliği ihtişamı anlatıyor. Ve burası inanın bana oldukça ihtişamlı bir yapı. Yıllar süren restorasyonlar ben gittiğimde dahi devam ediyordu. Viyana turu için çok güzel bir başlangıç noktası.
Stephansdom Katedrali’ne gözlerimiz aşina olduktan sonra etrafınızda her yöne doğru giden sokaklar göreceksiniz. Bizim gibi rehbere sahipseniz sizi en güzel kilise ve meydanlara götürebilir. Benden size kısa bir ipucu o halde, direk karşı sokağa girmenizi tavsiye ederim. Zira sokağın sonunda her saat başı çalan Peter Kisrche kilisesini göreceksiniz. Kilise halen aktif olduğu için girişlerde ibadet edenlere karşı saygılı davranmayı unutmayın. Sonuçta orası halen ibadethane olarak aktif kullanılmaya devam ediyor.
Caddeye geri döndüğünüzde kalabalığı takip ederseniz sizi büyük bir meydana doğru götürecek. Burası halen gösteriler için atların eğitildiği kale şeklinde dış dünyaya ile sadece dört büyük kapıdan geçilebilen bir yapı. İçeri girdiğinizde karşıdaki saate iyi bakın. Tam bir mühendislik harikası. Hiçbir mekanik kullanmadan, sadece güneşin hareketleri ile değişen ilk mekanik saat olma özelliğini taşıyor. Ayrıca buradaki butik kafeden mutlaka bir kahvenin tadına bakmalısınız. Manzarası oldukça keyif verici.
Yollarda sadece işe giden ve yaşlı nüfus göreceksiniz. Orta yaşlardaki herkes mutlaka işte oluyor. Sabah beş gibi kalkıp akşama kadar çalışmak zorundalar. O yüzden merkezde öğrenci kafilesi ve yaşlı nüfus dışında kimse yok gibi. Yiyeceklere gelecek olursak, Türk mutfağı için oldukça yer var. Yani kendi damak tadınıza uygun yemekler bulmanız mümkün. Hatta 16. Viyana tamamen Türk vatandaşlarına bırakılmış gibi. Kendinizi evinizde hissedeceğiniz marketler, berberler ve daha bir çok iş yeri mevcut.
Buraya gelmişken Hundertwasser evini görmeden dönmek olmaz. 3.Viyana’da bulunan bu ekspresyonist yapı mimar Frederich Hundertwasser tarafından 1983 yılında yapılmış. Yapıyı bu kadar özel kılan ise beton ile doğanın iç içe uyum içinde olması. O kadar ki bazı evlerin penceresinden ağaçların çıktığını görebilirsiniz. Hemen karşısında ise turistlerin alışveriş yaptıkları Hundertwasser Village evi bulunuyor. İçeride bir kahve içebilir, bölgeye özel objeler alabilirsiniz. Ve herkes gibi bol bol fotoğraf çektirebilirisiniz. Açıkçası burası benim en çok ilgimi çeken yerlerin başında geliyor.
Viyana’da bulunan tüm yapıları gezmek ve onlar hakkında fikir sahibi olmak için en az bir yılınızı burada geçirmeniz gerekiyor. Biz sadece üç gün içinde ayaklarımızın götürebildiği kadar yerleri gezmeye ve görmeye çalıştık. Mimarisi, insanı ve sokakların düzeni ile gerçekten medeni bir şehirde yaşadığınızı iliklerinize kadar hissediyorsunuz. Öyle ki en güvenli yerleri yaya geçitleri, varın gerisini siz düşünün.
Avusturya seyahatimin ikinci bölümünde önümüzdeki hafta umarım sizlerle olacağım. O zamana kadar,
Çok Gezin, Çok Okuyun ve Çok Sorun…